top of page
  • Yazarın fotoğrafıEftelya Koyuncu

Özel Olanın Politikliği ve Patriyarkal Kapitalizme Feminist Bir Başkaldırı: Yedi Numara’yı Kamulaştırmak

Dizi köşelerinde genellikle kaliteli yapımlara sahip, bütün dünyanın konuştuğu ve tutkulu sevenleriyle dizi tarihine kendini mıhlamış dizilerle ilgili yazılar koltukları kapar. Bu sayıda dizi köşesine bir şey yazabilir miyim diye düşündüğümde, bu “kült” dizilerin yanında hem aynı coğrafyada benzer hayatlar yaşayıp özdeşleşebileceğimiz hem de bize kendimizi hatırlatacak bir şeyler yazmak istedim. Bu isteğim tabii ki 7 Numara ile hayat buldu. Dönüp dönüp izlediğim, güncel sorunlardan kaçıp sığındığım bu dizi; Türkiye’de yükselen feminist hareketle birlikte bir zamanlar cinsiyetçi olmayan, eşitlikçi, gerçekçi yapısına ek olarak güncel sorunları halı altına itip izleyiciye “pembe” bir hayat çizmeyen dizilerden biri. Tabii bu kafileye; Şaşıfelek Çıkmazı, Yeditepe İstanbul, Şehnaz Tango gibi diziler de eklenebilir. Kadının özgürleşme mücadelesinin dizilerde karşılık bulduğu, dizilerin toplumu uyuşturmak ve yozlaştırmak için değil bilinçlendirmek için çekildiği dönemlere doğru bir yolculuğa başlayalım…



2000’ler sonrasında AKP iktidarının yaratmak istediği muhafazakâr aile tipi ve makbul kadın tiplemesi dizilerde her geçen gün daha fazla yer bularak topluma empoze edilmeye çalışılırken çok da uzak olmayan bir tarihte, 2000-2003 yılları arasında Yedi Numara, aynı evde “kızlı erkekli” kalan üniversite öğrencilerinin hiçbirimize yabancı olmayan yaşamını anlatarak en sıcak duyguları görünür kılmıştı. Bu dizinin çekildiği dönemden Tayyip Erdoğan’ın “Kızlı erkekli evlerde yaşayan üniversite öğrencilerine müdahale edeceğiz.” dediği yıllara gelirken toplumsal değişimden diziler de nasibini aldı. Henüz AKP’nin “kültürel iktidar” olma planı devrede değilken buluştu bizlerle Yedi Numara. Dünyada feminist hareketin yükselmesiyle birlikte Türkiye’de de seksenlerden itibaren kadınlar, kendi sözleriyle sokaklarda var olduğu gibi kültür sanat dünyasında da kalıplara başkaldırarak yerlerini aldı. Tabii dizinin de çekildiği bu bol krizli döneme, bir de her baskıdan biraz daha güçlenerek çıkan gençlik mücadelesini eklediğimizde kesişim kümesinde kalan Yedi Numara, gündelik hayatın politikasının çerçevesini izleyiciye sundu. En büyük gücü izleyenlerle kurduğu duygudaşlık olan dizi, 7 numaralı o evin dört duvarını yıkarak özel olanın politik olduğu bir düşünce süzgeciyle o yıllardaki öğrenci hayatını bizlere aktardı.




Yurttan tanışan ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Çevre Mühendisliği bölümü öğrencisi 4 kadın arkadaşın ev arama sahneleriyle başlıyor 7 Numara. Yurtların yaşanılabilir olmadığı, öğrencilerin bütçelerine uygun ev bulamadıkları gibi sorunlardan yakınan öğrenciler 2000’lerin üniversite öğrencileri olsa da 20 yıl sonrasındaki dertlerimiz bu sorunlardan farklı değil. Yurtlar hala yaşanılabilir değil, barınma krizi artarak büyüyor ve gençler okurken çalışmak zorunda bırakılıyor. Tam umutları kesilmişken karşılarına çıkan ahşaptan yapılma eski ama kucaklayıcı 7 numaralı ev bu genç kadınların hayatının dönüm noktası oluyor. Yeri gelmişken barınma krizi yaşadığımız bu dönemde bütün ev arayan sıra arkadaşlarımıza da böyle dizilerde/filmlerde görebileceğimiz bir şans dilemeden geçemeyeceğim… Aralarındaki aşkla ve bitmek tükenmek bilmeyen enerjileriyle ev sahiplerimizle tanışıyoruz: Zeliha ve Vahit Ballıoğlu. Çiftimiz günümüzün kan emici ev sahiplerinden sonra cennetten bir parça gibi çıkıyor karşımıza. Çocukları olmadığı için evini tutan öğrencileri çocuğu yerine koyan Zeliha ve eşinin bu “bıcır bıcır” hâlini hayranlıkla izleyen Vahit, hem gençlere büyük bir aşk dersi veriyor hem de anaç ve babacan tavırlarıyla seçilmiş bir ailenin kurulması için tüm zeminleri oluşturuyor. Evi tutmaya gelen bu dört kadını çocukları gibi seven Zeliha onları geldikleri büyük şehirlerin yani Bursa, Ankara, Antalya ve İzmir’in sonuna “piliç” ekleyerek sahiplenici bir tavırla piliçlerin anası rolünü üstleniyor. Kentleşmenin hız kazandığı 2000’lerde köy-kent çatışması yaşanmayan dizi olur mu? Tabii ki olmaz. Kentli genç kadınların karşısına Vahit Emmi’nin köyden gelen üç erkek yeğeni bir çatışma unsuru olarak yerleştiriliyor. Zeliha’nın “koç”ları olan bu üç erkekten ikisi üniversite okumaya gelmişken diğerleri de bir iş kurma hayaliyle İstanbul’a göç edenleri temsil ediyor. Evin üst yarısına kadınlar, alt yarısına ise emrivaki bir şekilde erkek yeğenler yerleşiyor. Böylece kadromuz tamamlanıyor. 


Piliçleri ve Koçları yakından tanıyacak olursak yüzeysel tiplemelerin altındaki gerçekçiliği de daha rahat görebiliriz. Bursa Pilici Armağan, İzmir Pilici Rüya, Antalya Pilici Cansu ve Ankara Pilici Ayten. Kız arkadaş grubunun “lideri” rolünü üstlenen Armağan’ın; bu mantıklı, disiplinli, lider özellikleri anne babasını çocukken kaybetmesiyle oluşuyor. Ebeveyn eksikliğiyle büyüyen bir kadın olarak olgun ve annelik karakterleriyle bezeli olması kaçınılmaz. Kimseye bağlı olmadan yaşamaya düşkün Armağan’ın en önemli ideali kimseye muhtaç olmadan kendi ayakları üzerinde durabilmek ve ekonomik özgürlüğünü kazanabilmek. Bu direncin altında onu “büyüten” abilerinin ona kendini her seferinde yükmüş gibi hissettirmesi ve kendi üzerlerindeki bu kız kardeş yükünü Armağan’ı evlendirerek kocasına devretmeyi istemeleri yatıyor. Bu yüzdendir ki Armağan derslerine sıkı sıkıya tutunuyor ve başarısıyla ataerkiye ağzının payını veriyor. Armağan’ın izleyenler için dahi güvenli bir alan olmasının sebebi belki de oyuncu Tuba Erdem’in de tıpkı Armağan gibi anne babasını çocuk yaşta kaybetmesinin onu karakterle özdeş gerçekçi bir hale getirmesidir. Herkes Armağan sayesinde güvenli hissetse de ona en çok sığınan arkadaşımız Rüya. Duygusal, masum ve bir çocuk heyecanında olan Rüya sürekli yorganın altında depresyona girmesiyle tanınır. Bu denli hisli birinin sanattan uzak olması da imkânsızdır. Dolayısıyla Rüya okuduğu bölüme mecbur bırakıldığı için orada bulunan ama kalbiyle ve beyniyle kendi sanat dünyasında yaşayan biri. Şiir yazmada ya da resim çizmede ev ahalisinin dalga konusu olsa da filmler söz konusu olunca kimse onun eline su dökemez. Her şeyi romantize ettiği gibi sinemayı da romantize edip Yeşilçam filmlerine takılı kalıyor. Rüya karakterini canlandıran oyuncu Nuray Uslu ise tıpkı Rüya gibi yazmaya meraklı. Dizinin “bitmek zorunda” olduğu bir dönemde Nuray Uslu ile birlikte Ayten’i bizlerle tanıştıran Ayça Mutlugil de kalemi eline alıyor. Dizideki “feminist öfke”miz Ayten, patriyarkanın makbul kadın tahayyüllerini yerle bir eden arkadaşımız olarak yürüyor bizimle. Süsüne, makyajına, giyim kuşamına düşkün ve bunları sadece kendi için yapan Ayten, evdeki erkeklerin de korkulu rüyası. Bütün sindirme araçlarına rağmen cinsel özgürlüğünü eline almış bir kadın o. Erkeklerle ilişkilenmelerinde sınırlarını ezdirmeyerek hepimize güç veriyor. Son olarak isyankâr neşemize neşe katan, yüzümüzü güldüren Cansu’muz var. İçindeki bıcır bıcır çocuğu öldürmeyip erkek egemen dünyanın “kadınsılık” dayatmalarına başkaldırarak dizideki yerini alıyor. Şakaları bazen can sıkıcı seviyeye çıksa da “Kadın dediğin herkesin içinde kahkaha atmayacak,” diyen erkek iktidara gülerek ve güldürerek meydan okuyor.



Yedi Numara’nın genç kadınları her ne kadar 2000’ler feminizmiyle şekillense de kent yaşamını ele geçiren kapitalist kültürden de azade değiller. Kentteki küçük burjuvazinin bu ayrıcalıklı hayatı köy kültürü ile çatışma içindedir. 7 numaralı eve yerleştikten sonra köylü erkeklerin komşusu olarak “atandığını” gören kadınlar önce bir şok ve kabullenememe yaşıyorlar. Ardından horozlarıyla gelen ve zihni açılsın diye sürekli soğan yiyen Haydar’ı, köy hayatının çetin koşullarından ötürü tasarrufu hayatının temeline alan Recep’i ve köyden İstanbul’a gelip iş kurma hayalleri olan “girişimci” Satılmış’ı küçümseme süreci başlıyor. Matematik dehası Haydar, kendi zekasının farkında bile değil, diziyi izlemeyenlerin bile diline pelesenk olmuş “Herhalde, galiba, sanırsam…” sözünün tüm belirsizliğiyle kent yaşamı karşısında bocalıyor. Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü öğrencisi olarak hayatına devam ederken bir akademisyen tarafından “keşfedilerek” kendinin farkına varmaya başlıyor. Armağan ile aralarında aşkın en nahif biçimiyle şekillenen hisler oluşsa da bunu önce kendilerine, sonra da birbirlerine itiraf edebilmeleri uzun bölümler alıyor. Şive komedisinin vücut bulmuş hali olan Recep ise “ucuzcu market” ile özdeşleşmiş biçimde hayatına devam ediyor. Köylerinde anlatılan hikâyelerden öğrendikleri İstanbul, hiç  tahmin ettikleri gibi çıkmasa da Recep sırtını Aksaray’a verince her şeyi çözebileceğini düşünüyor. Bir süre sonra diziden çıkacak olan Satılmış ise ekonomik krizin ve artan işsizlik oranlarının bir temsili gibi. Hayal ettiği işler için “Akarı yok, kokarı yok, temiz iş.” dese de bu kan emici kapitalist dünya Satılmış’ın sandığı kadar kolay ve masum değil. Şehir yaşamına adapte olmaya çalışan Haydar, Recep ve Satılmış sık sık bu kapitalist dünyadan dışlanmış hissederlerken bir de üstüne “bacıları” olarak gördükleri bu dört genç kadının farklı yaşamları onları daha da zorluyor. Fakat hatırlatmakta fayda var, bell hooks’un da dediği gibi “feminizm herkes içindir.” Patriyarkal kapitalizme karşı 7 Numara’nın tüm üyeleri birlik olacaktır. Sınıfsallık, gençlik mücadelesi ve dayanışmayla birlikte aralarındaki bu kent-köy ayrımı ortadan kalkacak ve benzer sorunlardan muzdarip bu komşular omuz omuza verip her şeyin üstesinden gelmeye çalışacaktır. Tam bu noktada gençlerin oluşturduğu bu dayanışma çemberi, anne babaları yerine koydukları Zeliha ve Vahit sayesinde bir aile sıcaklığına dönüşecektir. Ataerkinin kadınları eve kapattığı bir dünyada 7 Numara’daki bu seçilmiş ailenin tüm üyeleriyle evin dört duvarı yıkılarak özgürleşme mücadelesi görünür hale gelecektir.



7 Numara sadece bu 7 genç ve ev sahiplerinden ibaret değil tabii ki. Dayanışmayla bezenmiş dizinin en büyük güçlerinden biri evin komün bir yaşam alanına dönüştürülmesi. Bu dönüşüm, evi özel mülkiyet alanından uzaklaştırıp bir dayanışma ortamına çevirerek oluşturuluyor. Evin sınırlarını aşan dayanışma ağımızın diğer üyelerini ise saflığıyla ve her şeyi yanlış anlayıp söylemesiyle ünlü Meryem, tuttuğunu koparan ve Karadenizli ataerkil aile yapısından sıyrılıp kendi iradesiyle kurduğu ailesiyle özgürleşen Asiye, oyuncu olmak için köyden İstanbul’a göçen Recep’in abisi Sabit, başlarda kurnazlığıyla tanınsa da sonrasında bu zarar verici kurnazlıktan uzaklaşıp iyileştirici ve yardımsever bir karaktere bürünen Zeliha’nın yeğeni Berat ve son olarak bitmek tükenmek bilmeyen aşkıyla Cansu’nun peşinden koşan “Aslanım” Yusuf Güdük oluşturuyor. Bu insanların komünal yaşamı 7 Numara’yı kamulaştırıyor ve hep birlikte kurdukları mantıcıyla bir emek dayanışması örüyorlar.


Bir dizi olarak güncel ve kurgu dengesini tutturabilen alt mesajlarla dolu başarılı bir senaryoya sahip 7 Numara, çekimler konusunda Türkiye dizi sektöründen azade bir konumda değildir ne yazık ki. Oyuncuların çoğunun ilk tecrübeleri olmasına rağmen samimi bir atmosfer yakalanması büyük bir başarı örneği olsa da bu vahşi sektörde tutunabilmek için bazı gereklilikleri de yerine getirmesi gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır. Emek verenler için ticari bir işten ziyade bir deneyim alanına dönüştüğü ifade edilse de dizinin yapımcısı ve senaristi Oya Yüce; dizinin veda mesajını yazarken piyasanın durumundan, oyuncuların kiralarını bile ödeyemediğinden, seyircilerin aptal yerine konmasıyla savaştığından ve buna devam edeceğinden, 7 Numara’daki onurlu yaşamın dizi ekibinin kendi hayatında da devam ettirdiği bir seçim olduğundan ve dolayısıyla onlara dayatılana boyun eğmediklerinden bahsetmiştir. Bu mesajdan yıllar sonra Tayyip Erdoğan “Biliyorsunuz, siyasal iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz siyasî iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var,” diyorsa kültür sanat dünyasının dikkat çeken onurlu bir politik duruşa sahip dizi/film sektörünün varoluşundandır. AKP’nin bu kültürel iktidar olma çabasının dizilere sirayet edişi hızlı bir dezenformasyon süreciyle gerçekleşti. 2023 yılına geldiğimizde ise dizilere uygulanan sansürler ve ısmarlama milliyetçi, islamcı ve militarist senaryolar ile halkın uyuşturulduğu gizlenemeyen bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Öte yandan daha geçtiğimiz yıl aralarında Gezi Davası’nda yargılanan yapımcı Çiğdem Mater, belgeselci Mine Özerden, kurgucu Erhan Örs, belgeselci Sibel Tekin gibi birçok sinemacının da bulunduğu insanları tutuklayarak sinemaya açıktan bir saldırı düzenleyen iktidar, kendisine muhalif politik bir sesin çıktığı her yeri sindirerek ele geçirmek istiyor. Bu baskıya karşı biz öğrenciler, kadınlar, sinema emekçileri ve her alanda bağımsızlık mücadelesini büyütenler; 7 Numara ahalisinin zamanında yaptığı gibi hep beraber elimizi taşın altına koyarak dayanışmamızla özgürlük alanlarımızı genişletecek ve sesimizi duyuracağız. 


87 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page