top of page
  • Yazarın fotoğrafıUzay Gökün

TOUT VA BIEN: MAYIS 68’i SONRASI FRANSIZ İŞÇİ SINIFI


Tout va bien (Her şey yolunda) filmi, Godard’ın Vertov’dan etkilenip yeni bir film anlayışına geçtiği dönemde çekilmiştir. Fransa’daki Mayıs 1968 olayları onu da hayli etkilemiş, Yeni Dalga akımından kopup Maoist fikirlerin de etkisiyle çok daha politik ve ajitatif filmler yapmaya başlamıştır. Örneğin La Chinoise (Çinli Kız) filmi açıktan Maoist bir grup öğrencinin evlerinde geçen diyalogları anlattığı bir filmdir ve karakterlerin konuşmaları sanki seyircilere dördüncü duvarı kaldırıp propaganda yapıyormuş havası verir. Aynı havayı bu filmde de bolca göreceğiz ancak buradaki diyaloglar La Chinoise filmine göre Fransız halkının günlük hayatındaki sorunlarını temel aldığı için bize o kadar da yapmacık ve ajitatif gelmez.



Filmin açılış sekansında filmin yapımı için gerekli şeyler konuşulurken ve biz de bunların sağlanması için verilen çekleri izlerken bir kadınla bir erkeğin konuşmasına şahit oluruz. Godard, seyirciye daha en başından izleyeceklerimizin gerçek değil bir film olduğunu filmin yapım aşamasında geçen bir diyaloğu sunarak gösterir bize. İleride yaşanacakların kurmaca olduğunu göstererek seyirciyi filmin içine sokmaz, onların karakterlerle ve filmle özdeşleşmesini daha en başından engeller. Ancak kadının erkeğe sorduğu “Film nerede ve ne zaman?” geçecek sorusu ve Fransa’nın o zamanki politik durumunun anlatılması tamamen gerçektir. Fransa diye bir ülke vardır, taşranın içinde şehirler, şehirlerin içinde burjuvazi ve işçiler vardır. “Her şey yolunda”ymış gibi gözükür ama aslında her sınıfın kendi içinde bir şeyler değişmektedir. 68 olaylarından sonra işçilerin hiçbiri eskisi gibi değildir, artık çok daha mücadeleci ve politik olmuş durumdadırlar. Ama işçi grevlerinin ve mücadelelerin karşısında ise eli kanlı devletin baskısı, polis şiddeti durmaktadır. İşçi sınıfının yükselişine karşı patronların güçsüzlüğü ve saldırıları artmıştır. Filmin başından bize Fransa’nın o günkü politik koşullarını vermesi aslında bu filmde geçen olayların Fransa’nın o anki durumundan bağımsız olmadığını gösterir.




Burada kısaca da olsa 68 olaylarının ne olduğundan bahsetmek faydalı olacaktır. 68 kuşağı bizim ülkemizde de oldukça bilinen bir devrimci dalganın ürünüdür aslında. Bizde daha çok öğrenci hareketinde etkisini gösterse de aslında Fransa’da tarihin en büyük genel grevlerinden biri yaşanarak etkisini katlamıştı. Asıl olaylar polisin öğrenci kortejlerine gaddarca saldırmasıyla başlamış ve buna karşı barikatlar kurularak devam etmişti. 13 Mayıs’ta işçilerle öğrenciler birlikte yürümüş ve eylemcilerin sayısı 1 milyona ulaşmıştı. Ancak daha sonra işçiler kendi başlarına da bir grev dalgası yaratmış ve 14 Mayıs’ta üç bin işçiyle başlayan grev, 22 Mayıs’ta 9 milyon işçinin katılımıyla yükselmişti (1). Yaklaşık bir buçuk ay süren grev dalgası, Fransız Komünist Partisi’nin hâkim olduğu CGT sendikasının Fransız patronlarıyla “Grenelle Anlaşmaları” sürecinde uzlaşmıştır. Stalinist bürokrasi dünyanın en büyük grevlerinden birinin ateşini böylece yok etmiştir. Ancak devrimci dalga durmamış, Fransa’da da yıllarca etkisini gösterdiği gibi dünyada da birçok ülkeye yayılmıştır. İtalya, Arjantin ve Britanya’da büyük işçi mücadeleleri yaşanırken Doğu Avrupa’daki birçok ülkede öğrenci ayaklanmaları, ABD’de siyahi hareketi, Afrika ve geri kalmış ülkelerde ulusal kurtuluş hareketleri yükselişe geçmiştir. 68 Mayıs’ının devrimci dalgası 1974 Portekiz devrimini bile tetiklemiştir. Kendi ülkemizde de üniversite işgalleriyle, anti emperyalist mücadeleyle öğrenci hareketi devrimcileşmiş ve kitleselleşmiş; işçi sınıfı da Türkiye’nin en büyük grev dalgası olan 15-16 Haziran ile sahneye çıkmıştır (2).


Şimdi filmimize dönecek olursak, film bir boyutuyla da Amerikalı gazeteci Suzanne ve Fransız yönetmen Jacques çiftinin kendi aralarındaki ilişkilerini de işler ve olaylar bu çiftin bir sosis fabrikasına oranın patronuyla röportaj yapmak için gelmesiyle başlar. Ancak o gün işyerinde işçiler işgal eylemi yapmaktadırlar ve gazeteciler de patronla beraber aynı odada kalır. Arada şarkılar söylerler bazen de greve zararı olanlarla kavgalar çıkar. Birçok defa Godard, bize işyerinin oluşturulduğu seti uzaktan izletir ve böylece binadaki tüm odaları görürüz. Bu bakış açısıyla seyircinin alışılmış kamera açısı algısını yıkar ve filmden kopmasını sağlar. Tam filmin içerisine girmişken tüm bu odaların ve binanın aslında bir set ortamı olduğunu görürüz. Aynı zamanda işçilerin arbedeleri esnasındaki kargaşa, diyalogları biraz daha tiyatral bir hava vermektedir filme.



Filmde grevdeki üç ayrı grubun röportajlarını izleriz: Patron, sendika bürokratları ve işçiler. Baktığımız zaman bu üç grup Fransa’daki sınıf mücadelesinin de üç başat unsurudur. Röportaj esnasında hepsi bize bakıp kendi fikirlerini aşılamaya çalışır. Epik tiyatronun seyirciyi kurgunun içine çekmemek için kullandığı bir teknik olan dördüncü duvarın yıkılmasını burada görürüz. Bu sayede seyirciler oradaki herhangi bir karakterle özdeşleşmek yerine kendilerine hitap edildiği için doğrudan kendileri olarak var olmaktadırlar.



Patron röportajında biraz daha şakacı ve olayları ciddiye almayan bir üslup sergiler. O andaki endişesi sadece akşam düzenlenecek olan partiye yetişebilmektir, ki yetişebileceğine de inanmaktadır. Bu lakayt tavırların sebebi belki de arkasındaki güce güvenmesidir. Ancak onlar için de değişen bir şeyler vardır. Mayıs 68’e kadar onlar açısından her şey güllük gülistanlık giderken artık işçilerin gücüyle yüzleşmektedirler.


Bir tarafta da sendika bürokratları vardır. Onlar da tam patronlarla anlaşma zamanı işçilerin bu kadar ileri gitmesinden şikayetçidir. Tam bir bürokrat gibi sendikasının başarılarından bahseder, iyi görünmek için işçilerin yaşadığı zorluklardan haberleri olduklarını da söyler ancak işçilerin daha fazla hak talep etmesi ve bunun için mücadeleye atılmasına karşı çıkmaktadır. Röportajdan sonra işçilerle sendikacıların arasında arbede çıktığını görürüz, işçiler sendikadan ileri konumda durarak yapılan anlaşmadan çok daha fazlasını istedikleri için sendikanın patronlarla görüşmesini istemez.



İşçilerle yapılan röportajlarda ise taleplerinin çok daha basit ve gündelik hayattan geldiğini görürüz. Tuvalet molalarının azlığı, ikramiye kesintileri, çalıştıkları ortamın sağlıksız koşulları ve başka bir şey düşünecek vakitlerinin bile olmamasından şikayetçidirler. Özellikle kadın işçilerin yaşadıkları sorunlara da değinmiştir Godard bu filminde. İşyerinde yaşadıkları tacizleri, eve gidince de hiçbir zaman dinlenemeden ev içi sömürünün devam etmesini, işçi kadınların eşlerinden baskı görmeleri gibi sorunları kadın işçiler kendileri anlatmaktadır.


Aslında çok basit ve insani ihtiyaçlardır istedikleri. Patronlar işçilere bunları bile sağlamamaktadır ve bunlar için verdikleri mücadele onları politik olarak çok daha bilinçlendirmiştir. İşçiler, bir fabrikadaki mücadelenin nasıl başladığını anlatırken “Bir adam bağırmaya başlar ve sonra etrafındaki herkes. Bazıları neden bağırdıklarını bile bilmez.” derler. Aslında herkesin dertleri ortaktır ancak bunların fark edilmesi ve haklarını elde edebilmeleri için sadece bir bağırışa ihtiyaçları vardır. Her şey yolundaymış gibi gözükür ama hiçbir şey yolunda değildir. Yani greve çıkan, mücadele eden işçilerin çoğu sınıfsız bir toplum kurma amacıyla yola çıkmaz. Kapitalizm içerisinde yaşadıkları çok basit sorunlar temelinden harekete geçerler ancak bunların bile karşılanmadığını görürler. Tüm bunlar ve Mayıs 68’in de etkisiyle işçiler çok daha politik olmuşlardır.



Ancak bir haber spikerinden fabrikadaki işçilerin polis zoruyla fabrikadan çıkarıldığını ve böylece grevin sonlandırıldığını işitiriz. Patronun rahatlığının sebebi böylece çok daha anlaşılabilir. İşçiler hakkını aradığında eli silahlı ordu hemen karşısında dizilmektedir ve onlarla birlik olmayan sendika da buna ortak olmuştur.


Grev sonlandıktan sonra daha çok gazeteci ve yönetmen olan çiftin gündelik hayatlarına tanıklık etmeye başlarız. Şahit oldukları fabrika işgali sonrasında kendi hayatlarında da değişimler başlamıştır. Yönetmen, artık reklam filmleri gibi ticari kaygı taşıyan filmler çekmekten sıkılmıştır. Gazeteci ise artık kendi gazetesinin istediği şekilde, zararsız yazılar yazmaktan ve gazetesinin sürekli yazılarını yayımlamamasından bunalmıştır. Nasıl 68 olayları tüm halkı derinden etkilemiş ve o zamandan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamışsa, katıldıkları grev de gazeteci ve yönetmen çiftin hayatında önemli değişikliklere sebep olmuştur. Yani işçi sınıfının hareketliliği, tüm bir ülkeyi etkileyebildiği gibi grevde sadece gözlemci olan gazetecileri bile etkilemiştir. Ticari kaygılar peşine düşen yönetmenler ve genel olarak aydınlar işçilerin rüzgarına kapılmış ve artık bariz olan gerçekleri görmezden gelememeye başlamıştır. Artık tüm ülke işçilerin rüzgarında savrulmaktadır.



Direnişler sadece üretim alanı olan fabrikalarda değil aynı zamanda tüketim alanında da vardır. Godard’a göre, fabrika sadece bantların olduğu ve işçilerin çalıştığı yer değildir. Jacques’ın dediği gibi “Fabrikanın dışı da fabrikadır”. Nasıl bir işçinin ertesi gün işe gelmesini, onun beslenmesini sağlayan aile ortamı bir fabrikaysa, aynı şekilde üniversitelerden mağazalara her yer fabrikadır. Bu yüzden film de bir mağazada biter. Kamera kasaların hizasında hareket ederek mağazanın tüm raflarını çeker ve insanların koşuşturmasını izleriz. Normal bir şekilde alışveriş yaparken bir anda mağazadaki her şeyi ödemeden almaya başlar insanlar. Bu şekilde sistemin çıkar sağlamaması amaçlanır. Artık mücadele her alana yayılmıştır.


Ayrıca bu sahnede önemli bir yan vardır. Mağazanın içinde Fransız Komünist Partisi temsilcisi kendi kitaplarını sanki ticari bir ürünmüş gibi pazarlamaktadır ve içerikleri hakkında hiçbir şey bilmemektedir. İşçi sınıfının öncüsü olabilecek partiler bile yozlaşmıştır ve Godard bu yozlaşmayı gayet çarpıcı bir şekilde vermiştir. Partisi, sendikası hepsi işçi sınıfının politize olmasının önünde engel olmaya başlamıştır. Ülkemizde de çokça kez “cahil” olarak görülen işçi sınıfı hak arayışının ateşiyle “çok bilmiş” aydınlarını peşinde sürüklemiş ve kendi örgütlerinden bile çok daha ileri bir konumda yer almıştır. Bu film bizlere işçilerin ülke gündemini şekillendirme gücüne sahip olduklarını ve hâkim olan rüzgârı tamamen değiştirebileceklerini göstermektedir.


89 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page