top of page
  • Eren Güneysu

Minari: İnsan, Doğa ve Amerikan Rüyası

Geçtiğimiz her gün nüfusun, bir diğer deyişle doğaya potansiyel olarak zarar verebilecek insan sayısının arttığı bu gezegende doğa ile insan arasındaki savaşın kızıştığı, ve insanların bu savaşı kaybetmeye her geçen gün daha çok yaklaştığı aşikar. Sanatçılar bu uyarıyı günümüzde yapmaya devam etmekte ve sinema gibi göstermeye dayalı bir mecrayı tercih edebiliyorlar. Çünkü sinemadaki görsel hikaye anlatımı sayesinde sayfalarca yazmanız gereken bir düşünceyi, duyguyu veya olayı sadece bir plan ile anlatabilirsiniz. Burt Gillett'in yönettiği 1932 yapımı Flowers and Trees başlıklı kısa animasyon, günümüzde giderek artan yangınların adeta bir temsili ve geçmiş yıllardaki habercilerinden biridir. Gillett'in animasyonu gibi çevre felaketlerinin habercisi olan filmlerin arasında önemli bir yer edinen, Lee Isaac Chung'un yönetmenliğini üstlendiği Minari filminde, insanın doğayı farklı yollardan nasıl talan ettiği, otobiyografik öğeler barındıran bir aile hikâyesi çerçevesinde gösterilir. 



Sinemayla Doğanın Yok Oluşunu Anlatmak


Filmin doğanın talan edilişini gösteriş şekillerinden biri kurgunun kullanımıdır. Örneğin, filmde ailenin en genç üyesi David babası Jacob'a fabrikanın bacasından çıkan dumanların kaynağını sorduğunda, babası ona erkek civcivlerin orada öldürüldüğünü ima eder. Fabrikanın bacasını gösteren planın ardından Jacob'ın sigara içtiği plana geçeriz. Bu noktada doğayı mahveden iki unsur, kurgu sayesinde birbirine bağlanmış olur. Kurgu bu durumu seyirciye gösterirken, durumun sözel bir şekilde de seyirciye aktarılması eleştirilebilecek noktalardan biridir. Çünkü yönetmen seyircinin göstermenin gücünü fark etmeyeceğini düşünüp sözel hikaye anlatımını tercih etmiş olabilir. Fakat doğanın talan edilmesi sorununu gerçek hayatta gözlemlediğimizde kimi insanların bilim insanlarının söylediklerine kulak tıkayıp bir felaket gerçekleştikten sonra olanları fark ettiğine tanıklık ederiz. Bu yüzden filmin gerçekte yaşadıklarımıza dair ince detaylar barındırdığını savunabiliriz. 


Buna ek olarak, hem kurgu hem de senaryo kapsamında mekan değişimlerinde, doğal ve beşeri mekanlar arasında geçişler olması, doğal ve beşeri dünya arasında bir tezat oluşturmaktadır. Böyle bir tezatın filmdeki işlevi, insanın doğayı tahrip etmesini görsel bir biçimde vurgulamaktır. Bu vurgu yukarıda verdiğimiz örnekteki gibi, yönetmen Chung'un sinemanın görüntüler arasında anlam oluşturma olanağını başarılı bir şekilde kullandığını  gösterir. Bu çelişki ile gerçek hayatta da sıklıkla karşılaşırız. Yaşadığınız bir apartmandan çıkıp yakınınızda bir parka yürüdüğünüzde arkanızda kalan binalar ile park arasında bir çelişki vardır. Aynı şekilde, parkı bitirdiğinizde karşınıza yine binalar çıkabilir. Filmdeki mekan seçimlerinin oluşturduğu tezat işgal edilen doğa, işgal edenin ise insan olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.

Bahsettiğimiz görsel vurgu söz konusu olduğunda şüphesiz sinematografinin varlığı ele alınmalıdır. Filmdeki kompozisyonları genel olarak değerlendirdiğimizde, yeşil ve mavi gibi doğayı anımsatan renklerle, beşeri yapılaşmayı anımsatan gri ve siyah gibi renklerin eşit oranda kullanıldığını söyleyebiliriz. Bu renklerle birlikte, hem doğayı hem de beşeri yapılaşmayı anımsatabilecek bir renk olan kahverenginin filmin renk paletindeki varlığı oldukça yoğundur. Dolayısıyla, filmin renk paletinde de bir tezattan bahsetmek mümkündür. Doğanın renklerinin ve beşeri yapılaşmanın renklerinin yanında iki ayrı dünyayı temsil eden kahverenginin kullanımı aykırı bir durumdur. Sinematik ögelerle verilen bu tezatlar,  filmin daha da geniş çerçevede ele aldığı ve doğanın yok edilmesine dair söylemlerinin bir göstergesidir. 



Minari'de Çevre Ahlakının İzleri 


Minari, sinema dilinin gücüyle etik çalışmalarının bir parçası olan çevre ahlakına  dair seyirciye çeşitli sorular sorar. Örneğin, Jacob ve Monica, kendilerini ve çocuklarını geçindirmek için kuluçkahanede çalışmaktadır. Seyircinin burada soracağı iki soru vardır: Hayvanların canına kıyan bir mesleği yapmak, insanın ailesinin geçindirme amacıyla yapıldığı takdirde makul mudur? İkincisi ise: Jacob ve Monica kendilerini ve çocuklarını geçindirmek için başka bir iş yapabilir miydi? Bu soruların önemli olmasının sebebi günümüzde de Amerika'ya mülteci olarak, Amerikan rüyasını yaşamak için gelen bireylerin  büyük bir çoğunluğunun fabrikalarda çalışmasıdır. CBS News'un 26 Mayıs 2023'te yayınladığı bir makaledeki devlet verilerine göre, beş işçiden biri Amerikan vatandaşı değil ve ABD dışında doğmuştur. Ayrıca bu işçiler, genellikle endüstri, inşaat, doğal kaynak sektörlerinde çalışmakta veya bakım işleri yapmaktadır.  Bu sektörlerin her biri doğanın talan edilmesinde pay sahibidir. Bunu göz önünde bulundurarak filmin 80'li yıllarda geçmesine rağmen, hala güncel olan bir meseleye, doğayı yok eden sektörlerde iş gücünün bir kısmının mültecilerden oluştuğu gerçeğine değindiği tartışılmazdır.


Bunlara karşın, Monica'nın annesi Soon-ja, David'e minari tohumları ekmeyi, üretkenliği ve doğaya sahip çıkmayı öğretir. Jacob ve Monica'nın kuluçkahanedeki işinin tüketici toplum düzenine destek olduğu barizdir. Çalıştıkları yerde periyodik olarak hayvan katliamı gerçekleşmektedir ve bunun sebebi insanların yemek zevkidir. Bunları bir arada değerlendirdiğimizde filmin tüketime odaklı Amerikan kapitalist sistemi ve doğaya sahip çıkmayı öğütleyen Doğu felsefesinin çatışmasını görüyoruz. Soon-ja karakteri Doğu'nun ahlaki ve felsefi değerlerini temsil ettiği için filmdeki en önemli karakter olduğu fikri savunulabilir. Öte yandan, Jacob ve Monica'nın Soon-ja'ya pek sıcak bakmaması da Jacob ve Monica'nın tüketici toplum düzeninin bir parçası haline geldiklerinin ve belki de geldikleri coğrafyanın değerlerini unuttuklarının veya umursamadıklarının göstergesidir. Bir başka açıdan bakmak gerekirse, aile üyelerinin isimleri Jacob, Monica, David, Anne gibi anglofon isimleri iken  büyükannenin isminin Soon-ja, yani Korece olması ile aile içerisinde konuşulan dilin Korece değil İngilizce olması, nesiller arası dilsel bir yozlaşmanın olduğunu gösterir. Amerikan toplumunun ülkeye dünyanın başka yerinden gelen bireyleri nasıl kendi parçası haline getirdiğini görürüz. 



Sonuç itibariyle, filmin doğanın tüketilmesi sorununa sunduğu çözüm üretken olmak, daha geniş bir tanımla, üretici ve doğaya sahip çıkan bireyler yetiştirmektir. Filmin sonunda Soon-ja'nın Jacob'ın ahırının yanmasına sebep olması ilginç bir durumdur çünkü Jacob’ın benimsediği Amerikan tüketici düşünce yapısına saldırı niteliğindedir. Jacob'ın tüketici toplum yapısına destek olması bir yana, ahır sahibi olmak istemesi ve yeşil alana olan arzusu hatta bu uğurda Monica'dan ayrılmayı bile göze alması, bahsi geçen tezatlar arasına eklenmelidir. Soon-ja doğanın bir temsili olarak, yeşilliğe bağlanmanın yolunun bir beşeri yapı olan ahırla değil doğanın kendisiyle olması gerektiğini gösteriyor. Filmin son sahnelerinden birinde Jacob ve David'in olgunlaşmış minarileri toplamaya gitmesi filmin başında şehir merkezinde yaşamak isteyen Monica'nın çiftlikte kalmayı kabul etmesi, Soon-ja'nın temsil ettiği felsefenin aile tarafından pekiştirildiğini gösteriyor. Filmdeki her karakterde doğaya sahip çıkma felsefesi minari tohumları gibi yeşermekte olduğu için filmin sonunun geleceğe dair umut vaat ettiğini söylemek mümkündür.


Kaynakça

1. Chung, Lee Isaac. Minari. A24, 2020. 115 dk.

2. CBS News.  ''Immigrants are now a record share of U.S. workers. Here's what to know.'' Erişim 21 Eylül 2023. 


16 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page