top of page
  • Yazarın fotoğrafıAsya Küçükbasmacı

LİSEDEN ÜNİVERSİTEYE; BUGÜN VE EVVEL ZAMAN İÇİNDE KADIN BEDENİ ÜSTÜNDE SÖZ SAHİBİ OLMAK

Güncelleme tarihi: 30 Nis 2022

Never Rarely Sometimes Always ve L’événement


Ne kadar zor olursa olsunlar bazı sorulara vermemizi istedikleri yalnızca dört cevap vardır: Never, Rarely, Sometimes, Always; Hiçbir Zaman, Nadiren, Bazen, Her Zaman. Peki ya hayatın hangi anları sadece bu dört kelimeye sığar?


Never, Rarely, Sometimes, Always (2020) herhangi bir lise filmi gibi başlıyor. Renkli ışıklar, müzik, eğlenen insanlar, bir okul gösterisi… Ardından Autumn ve filmin o andan itibaren yakamızı bırakmayacak melankolisiyle aynı anda tanışıyoruz. Film, kürtaj kadar ağır bir konuyu olanca hassasiyetle ele alıyor. Bunu yaparken de karakterlerin duyguları ve yaşantıları haricinde yapay duygulara ve yönlendirmelere boğmuyor izleyicisini. İzlediğimiz dram en saf ve en kırılgan haliyle ekrandan yansıyor bize. Anlatıda diyalogların ve büyük hareketlerin arkasına sığınılmaması da bu noktada oldukça yararlı olmuş. Yavaşladığı bazı anlar olsa da ilk anlardan itibaren yarattığı duygusal gerilimi bitene kadar sürdürmeyi başarıyor. Böylece hem diğer lise filmlerinin yanında farklılığını koruyor hem de birçok kürtaj anlatısının arasından sıyrılıyor.





Autumn, 17 yaşında bir lise öğrencisi. Film başladıktan çok kısa bir süre sonra hayatının bu en güzel yıllarının aslında o kadar da güzel olmadığını anlıyoruz. Okulda bir kadın olarak uğradığı zorbalıkları, evde yaşadığı problemleri, okuldan sonra çalıştığı süpermarkette uğradığı tacizleri arka arkaya görüyoruz. Üstelik tek arkadaşı da ondan çok da farklı bir hayata sahip olmayan kuzeni. Buraya kadar bir kadın için oldukça sıradan bir 17 yaş hikayesi izliyoruz, ancak film ilerledikçe artık görmezden gelinemeyecek bir problemle karşılaşıyoruz: Autumn’un artık büyümeye başlayan karnı ve izledikçe canımızı daha çok yakan çaresizliği.

Amerika’daki kürtaj yasaları malumunuz, pek çok filmden bildiğimiz üzere farklı eyaletlerde farklı şekillerde işliyor süreç. Pensilvanya'da yaşayan Autumn da yerel bir klinikte kürtaj yaptırmak istediğini söylediğinde karşılaştığı şey onu bu karardan vazgeçirmek üzere çekilmiş uzun bir video oluyor: “Annelik mucizesi ve kürtaj katliamı…” Kendi kendine düşük yapma çabaları da başarısızlıkla sonuçlanınca tek bir çıkış noktası kalıyor ve soluğu kuzeniyle beraber New York’a giden bir otobüste alıyor.





New York, Autumn için bir yandan kuzeniyle paylaştığı yepyeni bir macera bir yandan da tek kurtuluş yolu. Şehrin muhteşemliği ilk bakışta onları da büyülüyor ancak zaman ilerledikçe büyük şehrin acımasızlığı ve karmaşası oldukça fark edilebilir bir hal alıyor. Üstelik gittiği klinikte işleri olduğundan da zorlaştıracak bir şey ortaya çıkıyor ve bir an önce “işlemi” halledip ayrılmayı planladığı New York’ta bir nevi mahsur kalıyor.

Film olanca sakinliğiyle ilerliyor ve “çaresizlik” asla varlığını unutmamıza izin vermiyor. Her yeni dakika yeni bir sorun açığa çıkıyor, derin bir nefes alıyorsunuz. Filmde geçen küçücük cümlelerin bile öyle ağır etkileri var ki… 17 yaşında tek başına bir kız, mücadele etmesi gereken şey belki de çoğu yetişkinin altından kalkamayacağı kadar ağır. Hayatındaki güvenilmez yetişkinler arasında film boyu savrulan ve yeniden kendi hayatına kavuşmaya çalışan bir çocuğu izliyoruz aslında. İç ısıtan, yüz gülümseten anları olsa da ağırlığıyla kalbinizin bir köşesine çöküverecek bir film.


2021’in bol ödüllü filmlerinden biri olan L’événement (Kürtaj) ise aynı konuyu çok benzer bir akışla anlatıyor. Bu sefer karakterimiz, Anne, hayatının kontrolünü en azından biraz daha elinde tutabilen bir üniversite öğrencisi ve hiç yoktan ortaya çıkacak bir bebeğin, akademik hayatını ve onu bekleyen başarılı kariyeri nasıl mahvedebileceğinin farkında. Ne yapması gerektiğini biliyor, ancak buna asla izin vermeyecek 60’lar Fransa’sında geçiyor olay. Kürtaj yaptırmak da yapmak da yasak, hatta hakkında konuşmak, teklif etmek bile suç sayılıyor. Yani ya ömür boyu bir bebekle beraber istemediğin bir hayata mahkumsun ya da yakalanacak ve hapse atılacaksın. Anne oldukça aklı başında bir yetişkin olsa da yalnızlık ve çaresizlik bu filmde de ağır basan duygular oluyor zira kürtaj yaptırdığının öğrenilmemesi için hamile olduğunu da herkesten saklamak zorunda. Bu sırada derslere devam etmesi, yaklaşan büyük sınavına hazırlanması gerekiyor.




Anne, bir yandan gündelik hayatına devam etmeye çalışırken bir yandan da “işi” nasıl halledebileceğini çözmeye çalışıyor. Doktorlardan kürtaj talep ettiğinde azarlanıyor, kovuluyor; düşük yapmaya çalıştığında yine yalnızca kendine zarar vermekle kalıyor; yardım istediğinde bütün sırtlar ona dönüyor… Kürtaj, film boyunca ağza bile alınmaması gereken bir kelime, yalnızca karanlık yerlerde fısıldaşılarak konuşulabiliyor. Anne de çareyi böyle bir anda buluyor, zaman ilerlemekte ve kürtaj işlemi için tanınan süre giderek azalmaktayken hem de. Ona uzanan el, onunla aynı kaderi paylaşan bir kadından oluyor. Yine de bulunan çare belki de film boyunca gördüğümüz çoğu şeyden çok daha korkutucu.


L’événement çok daha olgun ve oturaklı bir film, vermek istediği mesajları çok net bir şekilde aktarabiliyor. Kadınlık tüm gerçekliğiyle izlenilebilir bir unsura dönüşmüş olarak karşınıza çıkıyor. Anne’in çaresizliği ve ona sırtını dönmüş tüm karakterlerin korkusu oldukça anlaşılabilir geliyor, aslında hiçbirine kızamıyorsunuz. Çünkü farkındasınız, ve onlar da farkında, aynı şey onların da başına gelebilir. Ve siz de aynı kaderi paylaşabilirsiniz. Filmin duygusallığı nefrete ve isyana dönüşmeye meyilli, 60’lardakinden çok da farklı bir dünyada yaşamadığımızı fark edince insan ister istemez bi’ rahatsız oluyor. Hem filmin dramatikliğinde hem de kendi kafanızda dönüp duran düşüncelerde kayboluyorsunuz. Boğucu bir film bir yandan da çünkü nefes almanıza izin vermiyor sakince akıp geçmesine rağmen. Üzüyor, korkutuyor, sinirlendiriyor…





“Neşeli bir feminist olmak isterdim fakat çok öfkeliydim.” diyor Agnés Varda 60’lar ve 70’lerdeki kürtaj hakkı protestoları hakkında konuşurken. (Les Plages d’Agnés, 2008) Nereden bakarsanız bakın çok da bir şeyin değişmemiş olduğunu görüyorsunuz aradan geçen yaklaşık 60 yılda. L’événement ta o zamanlardan başlatıyor hikayeyi, kendi hayatını yaşamakta ısrarcı ve başkalarının onun vücudu hakkındaki tahakkümlerine boyun eğmeyen, eğmeyecek kadını tanıyoruz. Bugüne geldiğimizdeyse Never, Rarely, Sometimes, Always bize bu mücadelenin hala devam ettiğini, devam etmek zorunda olduğunu gösteriyor. Çaresizlik içinde ve yalnızlıkla çevrelenmiş iki güçlü kadının hikayesine ortak oluyoruz.


Kürtaj üstüne daha çok film çekilecek elbet, daha çok şey yaşanacak. Ama bir yandan da, bir kadının bedeni ve hayatı üstüne söylenecek tüm sözlerin yalnızca kendisine ait olacağı bir dünya kuracağız.


39 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page