top of page
  • Eren Eser

LE JOUR SE LEVE: ÇIKIŞI OLMAYAN YOL

Şiirsel Gerçekçilik akımının öncü yönetmenlerinden Marcel Carné tarafından yönetilen, 2. Dünya Savaşı sırasında moral bozuculuğu sebebiyle bir dönem yasaklanan Le Jour Se Leve ne oldu değil neden oldu sorusunu takip ediyor. Henüz açılış sahnesinden olayların varacağı noktaya gördüğümüz filmde aşk üçgeni ve sınıf çatışması gibi günlük hayatından içinden kavramlar, etkisini oldukça hissettiren karamsar atmosfer etrafında işlenerek bizleri kaçınılmaz sona doğru bir yolculuğa çıkartıyor.



Bir cinayet sekansı ile açılan film, cinayetin peşinden gelen olaylar ve döneminin unutulmaz aktörlerinden Jean Gabin’in canlandırdığı François karakterini katilliğe götüren süreci birlikte izleyiciye sunar. Cinayetin öncesini anlatan olaylar döküm işçisi François’in kendisi gibi yetimhanede büyümüş Françoise ile karşılaşmasıyla başlar. Ortak geçmişe ve isme sahip ikili arasındaki ilişki kısa sürede karmaşıklaşır, özellikle François genç kadına aşık olur. Tabii, biz biliriz bu hikaye mutlu bir aşk hikayesi değildir. Bu düşüncelerin arasında Valentin ve Clara karakterleri filme dahil olur. Valentin görece daha üst sınıfa yönelik gösteriler yapan bir hayvan terbiyecisidir. Clara da Valentin’in eski asistanıdır. Bu karakterlerle beraber Valentin-Françoise ve François-Clara ilişkileri ortaya çıkar. Bu ikili ilişkiler bir noktadan sonra ilişki öznelerinin birbirlerine karşı hissettikleri duygudan çok François ve Valentin karakterlerinin arasındaki ego savaşı için bir araç hâline gelir. İki erkek karakter neredeyse birbirinin zıttıdır. Bir tarafta döküm işçisi görece genç François diğer tarafta ise lüks mekanlarda şovlar yapan görece daha yaşlı Valentin. François sırf eski asistanı üzerinden Valentin’i kıskandırmak için bir şey hissetmemesine karşı Clara ile ilişki kurar ama aklı tüm bu sürede Françoise’i tekrar kendine bağlamaktadır. Valentin de zaten eski asistanı Clara ile ilişkisi sebebiyle kendine adeta rakip gördüğü François’i, Françoise konusunda aradan çekmek için Françoise’in kendi kızı olduğu yalanını söyler. Aralarındaki bu gerilim artık tavan yapar. François yalanı öğrenine Clara’dan ayrılarak Françoise’i kendisiyle beraber olmaya ikna eder. Valentin’in kendisiyle yüzleşmek için evine gelmesi malum sonun başlangıcıdır.



Hikayenin anlatımında lineer anlatının dışına çıkılıp iki farklı zamanın beraber işlenmesi sadece farklı bir kurgu denemesi değildir. Geçmişe dönük kısımlar François’in kendi kaderini sorgulamasıdır. Artık katil olduğuna inanamadığı için yaşananları açıklamaya çalışır. O noktaya getiren tüm süreci düşünmeye çalışsa da bu yeterli olmaz, olan olmuştur bir kere. Cinayetin hemen öncesinde Valentin’in kendi evine gelmesi, silahı getirenin Valentin olması, François’in tartışmaya girmek yerine Valentin’in evden gitmesini istemesi tetiği çeken François olduktan sonra hiç önemli değildir. François kendine konduramaz yaşananları, kabullenemez. Bu olanları açıklama çabasının yerini bir noktada artık geri dönüş olmadığı farkındalığı alır. Umudunu kaybettiği bu noktada ablukada olduğu apartmanın etrafını sarmış, ne olacağını görmeye çalışan insanlara penceresinden kızar, kendisini yalnız bırakmalarını ister. Bu kızgınlık meraklı mahalle halkıyla hiç alakalı değildir aslında. Kendi çaresizliğine ve kaçınılmaz kaderine kızmaktadır. Film boyunca hissettirerek büyüyen umutsuzluk hissi en sonunda zirve noktasına ulaşır, François intihar eder.



Daha ilk saniyesinden kasvetli atmosferiyle tanıştığımız Le Jour Se Leve göstere göstere izleyiciyi acımasız sonuna götürüyor. Kalben böyle olmamalıydı, belki bazı şeyler farklı olabilirdi hissi bıraksa da aklen uçuruma giden yol öyle bir hazırlanmış oluyor ki insan başka bir ihtimal düşünemiyor adeta. Film için bahsettiğimiz özellikler belki de Şiirsel Gerçeklik akımı denince de akla gelen en temel özellikleri oluşturuyor. Bunu göz önünde bulundurunca Marcel Carné ve Le Jour Se Leve’in Fransız Şiirsel Gerçekçilik sinemasındaki yeri daha anlaşılır oluyor.

108 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page