top of page
  • Ayşen Beyza Lezgioğlu

La Chinoise: Gerçeğe Yaklaştıran Hayaller

Fransız Yeni Dalga Akımı’nın önde gelen yönetmenlerinden Jean-Luc Godard’ın kariyeri dönemlere ayrılmıştır ve bu farklı dönemlerde filmlerinde başkalaşmalar görülür. 1967 yapımı La Chinoise (Çinli Kız), onun politik dönem filmlerinden sayılır fakat tüm filmleri içinde ayrı bir yerde, tek başına durur ve ne Yeni Dalga dönemi filmlerinin ne de Dzigo Vertov grubuyla giriştiği ve siyasal görüşleri doğrultusunda çektiği filmlerinin arasına bence gönül rahatlığıyla sokulamaz. Pek çokları bu filmi Godard estetiğinin devrim sinemasına bir hediyesi ve kopkoyu politik bir film olması kısıtlılığında okumakta ve değerlendirmekte kararlı görünseler de filmin pek insani ve apolitik yönleri de olduğu bununla birlikte katiyen bir ideolojinin gölgesinde toptancı ve hissiz en önemlisi birbirinden farksız insan portreleri sunmadığı izlenimi de pek ala edinilebilir.


Ülkemizdekiler de dahil olmak üzere Marksist-Leninist sanatkarların, eserlerinde bireyleri üst üste koyulmuş saman balyaları gibi istif edip bağlayıcı ve en temel sorunlarla perişan veyahut bir düşünüşün kopya fikirleriyle beyhude heyecanlanmış halde yaşatıp öldürmeleri toplumcu gerçekçi eserlere getirilen en yaygın eleştirilerdendir. Godard ise Çinli Kız’da karakterlerinin hiçbirini küçük düşürmeden hatta kendisi de film boyunca öğrencilere empatisini ve sempatisini apaçık tutarak belki yanlış olmayı, saf olmayı, bir ülküye inanmadan inanmışlığı ve en önemlisi genç olmayı; bir avuç üniversite öğrencisinin bankacı ebeveynlerin dairesinde sürdürdüğü kısa süreli komün hayatında öğrencilerin bireyselliklerini ve farklılıklarını titizlikle muhafaza ederek bize gösteriyor.


Film, Maocu ideolojinin öğrenci hareketinde karşılık bulmaya başladığı 60’lı yıllarda Paris’te, Maocu birkaç üniversite öğrencisinin politik ve sosyal pek çok düşünce ve çelişkilerini izleyiciye belgeselvari bir tutumla gösteriyor. Bahsi geçen komünün beş üyesi Véronique, Guillaume, Yvonne, Henri ve Kirilov; politika, sosyal adaletsizlik, kültür ve benzeri pek çok önemli konuda tartışmanın yanında muntazaman Çin Devrimi’ne ve Mao’ya hayranlıklarını belirterek Claude Channes’ın filmin şarkısında söylediği gibi her şeyi “sonunda” hareket ettiren le petit livre rouge’u (küçük kırmızı kitap) baştan sona tekrar tekrar okuyorlar. Bu ülküsel birliğe rağmen komün içinde üyelerin bireyselliklerinin, farklılıklarının oldukça belirgin olması ve sosyal hiyerarşiye başkaldırmış bu öfkeli çocukların komün içinde kendi hiyerarşilerini oluşturup siyasi bilgisi kısıtlı olan ve aralarında belki de tek burjuva olmayan, eski yaşamında fahişelik yapmış Yvonne’un diğerleri sosyal sınıfları yıkmak için düşünüp tartışırken evin işlerine sürülmesi filmin içindeki pek çok çelişkili durumdan belki de en net anlaşılır olanı. Bunun haricinde filmin başında Henri’nin faşistler tarafından değil komünistler tarafından dövülmesi, sona doğru ise hümanizmin “dozunu fazla kaçıran” Henri’nin revizyonistlikle suçlanıp gruptan dışlanması komün içinde ve aynı zamanda sol harekette yaşanan ayrışmayı hatta düşmanlaşmayı Godard’ın içeriden biri gibi eleştirmesiyle görünürlük kazanıyor.





Filmin başından beri gönlünün bu pek heyecanlı ve söylevci çocuklardan yana olduğunu sezdiren Godard, filmin sonuna doğru uzun sekanslı tren sahnesinde komünün lideri olan şiddet yanlısı Véronique ile daha aklı selim ve gerçekçi bir portre çizilen üniversite hocası arasında bir tartışma sahnesi yaratıp entelektüel-devrimci çatışmasını, kullanılan siyasi dilin olağanüstü çekiciliği ve yalınlığıyla da birleştirerek adeta herkesin faydalanabileceği bir vicdan, kültür, politika, hümanizm ve daha pek çok şey dersine dönüştürüyor. Véronique’in pek çok olan düşman belledikleri, ülkesindeki insanlara ve kurumlara olan kesin hoşnutsuzluğu; kafasındaki sarsılmaz ülkü Mao’nun Çin’iyle birleşince ortaya şiddeti alternatifsiz ve kutsal, terörü gereklinin de ötesinde vazgeçilmez kılan distopik bir evren çıkmıştır. Bu evrende sorunlar sürekli ve yüksek sesle yinelenir fakat çözümler yoktur dahası, bir çözüme ulaşılması da pek öncelikli hatta gerekli görünmüyordur. Adeta Dadacı bir tiksintiyle çıkılan bu yolda Tanrı pek tabii yoktur fakat “tanrısal olan şey insan-karşıtı eylemin uyanışıdır.”[1] Entelektüelin problemleri tanıması fakat çözüme yönelik ısrarlı sorular yöneltmesi Véronique’i şaşırtır, onu sorunların kabulünde hemfikir olmadıkları kuşkusuna düşürür. Entelektüel sorunları onaylar, bunun üzerine Véronique hepsi özünde sadece yıkımı barındıran uygulamaya koymaya gücünün yetmeyeceği birkaç fikri sıralar: Eğitim sorunludur, eksiktir, verilen kültür sınıfsal kültürdür, öğrenim onu iğrendirir, toptan zararlıdır; o zaman üniversiteleri kapatmalıdır. Nasıl kapatmalıdır? Bombalarla. Véronique ve arkadaşları sadece genel çerçevede özgürlük ve bağımsızlık istemezler, arzuları kendi bireysel özgürlüklerini de böyle koparıp almaktır. Kaç kişi bu şekil bir özgürlük istiyordur? Pek çok insan henüz farkında değildir, onlar diğer insanların yerine de düşünürler. Başkaları için de devrim yapacaklardır, henüz devrimi anlayamayanlar için bir devrim. Entelektüel hala olası bir deva bilip bilmediğini sorar devrimciye. Terör sadece başlangıçtır, çocuklar da sabırsız. Korkunç bir sistemi iliklerine kadar hissedip değiştirmek isterler, yerine ne koyacaklarını ise bilmezler. Sonunda, tren yolculuğu bitip Véronique Sovyet Kültür Bakanı’nı öldürmek gayesiyle otele gittiği zaman odaları karıştırır ve yanlış kişinin ölümüyle sonuçlanan bu suikast bize Ecinniler’de (F. Dostoyevski) devrimci grup Aden Arabie’nin başarısızlığını hatırlatır. Yaz biterken komünün bulunduğu evin gerçek sahiplerinin gelmesiyle son kırılma yaşanır. Ev sahibinin kızı, arkadaşı Véronique’i deli ve hayalci olmakla suçlar. Devrimci kız kabul eder, kurgudur her şey ve hayaldir fakat bu hayal onu gerçeğe yaklaştırır. Yaz sonu Véronique ve arkadaşları için bombalamak istedikleri okullara dönüş demektir. Godard yüzümüzde bir tebessümle bitirtir bize filmini ve biraz da belki hüzünle: Duvarları silinecektir yaz boyunca işgal edilen evin, çocuklar okula dönecektir, Yvonne da Tanrı bilir nereye. Çok şey değişir, hiçbir şey değişmez. Hayat böyledir.

[1] Tzara, Tristan. Dada Manifestosu

339 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page