top of page
  • Yazarın fotoğrafıDeniz Üğütgen

İki Dil Bir Bavul Bir Hikaye

Türkiye’de egemen dil olarak nitelendirebileceğimiz Türkçe dışında herhangi bir dilde eğitim hakkı sunulmazken bir de üstüne -filmin de aslında özünü oluşturan- Kürtçe’nin bütünüyle eğitime bir engel olarak görülmesi, durumun özeti gibi duruyor zaten.



İki Dil Bir Bavul, Türkiye eğitim sistemini gözlemleyebileceğimiz bir belgesel film özelliği ile karşımıza çıkıyor. Bütün diyaloglar doğaçlama ve gerçek. Çocuklar, çekildiklerinin farkındalar ancak belgeselin bu denli büyük bir çerçeve çizdiğinin farkında değiller elbette. Yönetmenler, başlangıçta üç kız üç erkek olmak üzere toplam altı çocuk ile çalışmaya başlıyor. Hiçbiri pek Türkçe bilmiyor ve öğretmenleri Emre Aydın ile iletişimleri yok denecek kadar kısıtlı. Zorunlu olarak, kendilerine tamamen yabancı bir dili öğrenmeye çalışıyorlar. Bu süreçte de yaşadıkları zorlukları filmde gördüğümüz tepkileriyle ve davranışlarıyla gözlemlemek mümkün. Aralarından Zülküf Yıldırım - ki o ismini Zilkif olarak telaffuz ediyordu - gösterdiği çaba ile öne çıkan isim oldu. Zülküf’ün sınıftaki konumu ve derslerine çalışmasına rağmen bir türlü Türkçeyi öğrenememesi onu diğer çekilen çocuklardan farklı bir halde görmemize olanak sağlıyor. 


Öte yandan, birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar her öğrenciyi aynı sınıfa toplayıp Türkçe öğretmeyi kafasına koyan Emre Öğretmen’i de çok zorlu bir yolculuk bekliyor aslında. Emre Öğretmen, elleri ayakları, kuraklığın ve susuzluğun hüküm sürdüğü bir köyde yaşamaktan kurumuş, güneşten yüzleri yanmış Kürt çocuklarına; düzgün bir kalemleri bile yokken sıfır noktasından resimlerle ve yazma egzersizleriyle başlıyor eğitimine. Tek amacı ise dönem sonuna kadar sınıftaki her öğrenciye Türkçe öğretmek; ki bunu başarıyor da bir noktada.


Dönem sonunda neredeyse her öğrenci az buçuk Türkçe’yi öğrenmişken ve “Ne mutlu Türküm diyene!” diyebiliyorken(!) Zülküf yine zorlanan öğrencilerden biri oluyor. 


Peki buradaki asıl kazanç ne Türkiye eğitim sistemi için? Çocukların birlikte bir sınıf ortamına erişmesini sağlamış olmak mı, yoksa “Ne mutlu Türküm diyene!” demeyi öğretmek mi? 



OKUL YOLUNDA

2008 yapımı Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan tarafından yönetilen İki Dil Bir Bavul, genç bir öğretmenin Şanlıurfa’nın Siverek ilçesindeki Demirci köyüne atanmasıyla başlıyor. Öğretmen, okula geliyor ve tek sınıflı okulun tamamen boş olduğunu görüyor çünkü öğrenciler okula gelmiyor. Emre Öğretmen kapı kapı gezerek çocukları okula çağırıyor; ancak tek sorun öğrencilerin okula gelmemesi değil elbette. Aralarındaki dil farkı, ne öğretmenin öğrencilerini; ne de öğrencilerin öğretmenlerini anlamasına imkan veriyor. Emre Öğretmen, öğrencilerin anadili olan Kürtçeyi yine geri plana iterek net bir şekilde derste Kürtçe konuşulmayacağının, ödevlerin Kürtçe yapılmayacağının altını çiziyor ve hatta ders kitabına ısrarla Kürtçe yazan bir öğrencisini sınıfın köşesine gönderip tek ayak üstünde durma cezası veriyor. Ana dilini kullanmasının okuldaki karşılığı bütün sınıfın önünde küçük düşürülmek anlamına geliyor. 


GENÇ ÖĞRETMEN: EMRE AYDIN

Öğrencilerin yaşadıklarının yanında Emre Öğretmen’in de bir yılına  şahit oluyoruz bütün belgesel boyunca. Dilini bilmediği bir bölgenin, dilini bilmediği halkıyla bir sene boyunca iletişim kurmaya çalışıyor sürekli. Bu süreçteki bıkkınlığını annesiyle yaptığı telefon konuşmalarından anlıyoruz. Genç, tecrübesiz ve yalnız bir öğretmenin gittikçe daha tecrübeli olması, yaptığı işten aldığı tatmini arttırmıyor asla. Türkçe bilmeyen 7-12 yaş grubundaki bir sınıf öğrenciye Türkçe eğitim vermeye çalışmak, Emre’nin de çocuklara sinirlenmesine ve hatta bağırmasına kadar götürüyor işi. 


İşte dilin etkisi burada ortaya çıkıyor: Kürdü Türk yapma çabası, Kürtçe’yi yok edip Türkçe’yi yerine koyma çabası. İki Dil Bir Bavul filmi de tam olarak bu sistemin çalışmadığını gösteriyor ve buna ek olarak, devletin asimilasyon politikasının pratikte nasıl etkileri olduğunu kanıtlayan bir belgesel olarak sinemadaki yerini alıyor.



İKİ DİL BİR BAVUL VE ANA DİLDE EĞİTİM

Türkiye’de yıllardır devam eden ve çözülmeyen temel bir problem ana dilde eğitim. Dil farklılığı yüzünden kendisini ifade edemeyen birçok çocuk, sosyal ve pedagojik birçok sorunla karşılaşıyor ve bunun sonucunda ya hiç sağlıklı bir eğitim hayatı geçiremiyor ya da tamamen eğitim hayatına son vermek zorunda kalıyor. Öte yandan, zaten baktığımızda eğitim sisteminde var olmayan bir dil de eninde sonunda hem o dili konuşan toplum fertlerinin asimile olmasına hem de dilin  zamanla yok edilmesine ortam hazırlamakta. Türkiye’de egemen dil olarak nitelendirebileceğimiz Türkçe dışında herhangi bir dilde eğitim hakkı sunulmazken bir de üstüne -filmin de aslında özünü oluşturan- Kürtçe’nin bütünüyle eğitime bir engel olarak görülmesi, durumun özeti gibi duruyor zaten.


HDP Van milletvekili Murat Sarısaç, 20 Şubat 2020 yılında yayınladığı araştırma önergesinde, 

“Türkiye kültür ve dil çeşitliliği bakımından zengin olmasına rağmen farklılıkları tehlike gören politikalar nedeniyle birçok otokton halk tarih sahnesinden silinip gitmiştir. Bugünden itibaren mevcut dillerin varlığını koruyup sürdürmesinin, dolayısıyla sonraki kuşaklara aktarmasının yolu anadilin eğitim dili olarak kullanılmasına bağlıdır.”(1) 

cümlelerini kullanmıştır. İki Dil Bir Bavul’da da gördüğümüz gibi sınıf ortamında kendi dillerini konuşamayan çocuklar, zamanla asimile olmaya mahkum bir hale geliyorlar— ki küçük yaş gruplarındaki eğitim sistemini incelediğimizde, asimilasyona dair bir sürü soru işareti olduğunu da biliyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2010’ların başında her ilde uygulamaya koyduğu 5 yaş eğitimi uygulamasına dair birçok eğitimci, bölge illerdeki küçük yaş gruplarındaki çocukların asimilasyona tabi tutulmak istendiğine dair şüpheleri olduğunu söylerken, Eğitim-Sen de bu uygulamanın asimilasyondan başka bir işe yaramayacağının altını çizmişti. 2012 yılında zorunlu eğitime geçmesi öngörülen iller Adıyaman, Antep, Ağrı, Hakkari, Van, Kars, Batman, Mardin, Şırnak olmuştu. Bunca eğitimcinin bu konudaki yorum ve fikirlerini elinin tersiyle iten hükumet, yine Kürtçe eğitimi öğrencilere sağlamamış, bir de bunun üzerine bunu her zaman kendi “milliyetçi”liğine  bir düşman olarak görmüştü. KURD-DER başkanı Ahmet Aday, çocukların 5 yaşında eğitim almasının olumlu ancak bunun Türkçe ile zorunlu kılınmasının da oldukça tehlikeli olduğunu belirtmiş yapılan bir röportajda.(2)



İki Dil Bir Bavul’un dünya prömiyeri, 25 Kasım 2008 tarihinde 21. Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali'nde (IDFA) gerçekleşti. Bu festivalde toplam dört gösterimi yapıldı. Türkiye'de ise filmin prömiyeri, 21 Ekim 2009 tarihinde Atlas Sineması'nda yapıldı. Adana Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Film” ve “Büyük Jüri Ödülü”, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi İlk Film Ödülü” ve Abu Dhabi Uluslararası Ortadoğu Film Festivali’nde “En İyi Ortadoğu Belgeseli” gibi birçok festivalde ödüle layık görüldü. Üzerine birçok iyi ve kötü eleştiriler yazıldı, bunlardan en dikkat çekenlerden bir tanesi de Radikal’den Uğur Vardan’ın yazdıklarıydı. Vardan, eleştirisinde çocukların yaşadıklarının yanında öğretmenin de yaşadığı ortamda ötekileştirildiğinin, köyün ahalisinin karşısında gözle görülebilir bir çaresizlikle durduğunun altını çizmiş. Buna ek olarak, filmin izleyiciye asıl göstermek istediği şeyin “sabahın köründe Kürt çocuklara ‘Türküm, doğruyum.’ dedirtmenin anlamsızlığı olduğunu, yazdıklarıyla oldukça güzel bir şekilde belirtmiş. Öte yandan çeşitli yayınlarda kötü eleştiriler de alan film, bu yayınlar tarafından sanatçının ideolojik fikriyle birleştirilmiş bir “kurmaca” film olarak nitelendirilmiş.


Keşke kurmaca olsaydı diyor muyuz bir noktada? Evet.


İki Dil Bir Bavul’da da gördüğümüz gibi, önümüzde beliren son durum hiç de iç açıcı değil. Ana dilde eğitim meselesi yıllardır ana akım siyasetin bahsini ettiği ancak bu noktada hiçbir aksiyon almadığı bir tasarıdan öteye gidemedi. Kürtçe günümüzde seçmeli ders olarak okullarda verilmeye başlansa da hala temel bilimler ve daha birçok dersin müfredatı Türkçe işlenmekte.


Zülküf gibi, Rojda gibi birçok çocuk eğitim hayatına bu sebepten devam edemedi. 


Günümüz hükümetinin milli birliği(!) sağlama adına izlediği dil üzerindeki asimilasyonist politikalar sonucu, İki Dil Bir Bavul’daki çocuklar ve daha fazlası her gün kendi benliklerini ve kültürlerini kaybetmeye devam ediyor, bununla beraber sosyal adaletsizlik ve eşitsizlik çemberine hapsolmuş bu çocukları küçük yaştan itibaren zorlu bir gelecek bekliyor. 



Kaynakça:


184 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page