top of page
  • Yazarın fotoğrafıFeyzullah Ünnü

İLK DÖNEM PASOLINI SİNEMASINDA UYUMSUZ PORTRELER

“Boyun eğmeye karşı çıkış her zaman temel bir tavır olmuştur. Azizler, çilekeşler, fakat aynı zamanda entelektüeller… Tarih, yazmış olan çok az sayıda insan ‘hayır’ demiş olanlardır, yoksa sarayların çevresinde çöreklenenler ve kardinallerin uşakları değil, asla…”

(P.P. Pasolini, Siamo tutti in Pericolo’dan 1 Kasım 1975, Roma)


10 Mayıs – 3 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen Sinematek’in Pasolini gösterimleriyle yönetmenin filmleri, beyazperdenin verdiği heyecan ve coşkuyla beraber tekrardan geniş kitlelerle buluştu. Bu buluşmayla beraber, Pasolini’nin İtalya ve tüm dünya için sadece etkin bir yönetmen olarak değil; şair, romancı, film ve edebiyat eleştirmeni, siyaset düşünürü ve politik figür olarak da ne kadar değerli olduğunu hatırlama fırsatı bulduk. 20. Yüzyıl İtalya’sının en önemli entelektüellerinden biri olan Pasolini’nin filmleri de diğer tüm eserleri gibi büyük bir özen ve dikkatle incelenmeye layık. Bu yazının içeriği, sinematografisindeki 12 uzun metraj filmle farklı eğilimler ve dönemler sunan yönetmenin şiirden sinemaya geçiş yaptığı, yeni bir dil ve yeni bir teknik bulmaya çalıştığı ilk dönem sineması ve o dönemin iki filmi Accattone ve Mamma Roma’dan uyumsuz portreler üzerine olacak.

Pasolini’nin ilk dönem sineması denilerek kastedilen 2. Dünya Savaşı’nda başlayan, hem İtalyan sinemasını hem de Dünya sinemasını derinden etkileyen, İtalyan Yeni-Gerçekçiliği’nin etkilerinin görüldüğü Accattone ve Mamma Roma filmleridir. Bu filmler sahip oldukları stüdyo dışı çekimleri, amatör oyuncu kullanımları ve sinematografik yalınlık ile yeni-gerçekçiliğin karakteristik özelliklerini barındırmaktadır. Bu gerçekçi eğilim, filmlerinde bulunmakla beraber yönetmen yeni-gerçekçi akımın sınırlarında kalmaz, dışına taşar ve hatta bazı noktalarda kullandığı dile ile yeni-gerçekçi bakışı eleştirir. Yeni gerçekçiliğin sahip olduğu belgeselci dilden yer yer uzaklaşıp karakterlere daha yakından ve duygusal yönden bakmaya çalışır. Kamerayı toplumsal bir noktaya değil de bireysel bir noktaya yerleştirir ve bunu yaparken de çoğunlukla yakın çekimler kullanır. Karakterlerin yüzlerine yapılan yakın çekimler onların duygularını hissetme ve onlarla empati kurma anlamında yeni-gerçekçilikten daha derin bir yaklaşım ortaya koyar. Biçimsel olarak karakterlere odaklanış tercihinin hikaye anlamında da mevcut olduğunu görmekteyiz. İlk dönem filmlerinden hem Accattone hem de Mamma Roma birer karakter filmidir. Filmler karakterlerin yaşadıkları dünya, dönem ve çevre ile alakalı oldukça zengin olsa da ana odakları hep karakterler ve onların yaşam mücadeleleri olarak kalmaktadır.


“Ben ölüme mahkum edilmiş bir kişinin

Yaşayabileceği gibi yaşadım orada…

Onursuzluk, işsizlik, sefalet:

Annem bir süre sonra hizmetçi olarak çalışmaya başladı.

Ve ben bu illetten bir türlü kurtulamadım.

Çünkü ben bir küçük burjuvayım,

Ve bilmem gülümsemeyi Mozart gibi…”


Pasolini’nin ilk dönem şiirlerine benzer şekilde kişisel ve otobiyografik elementlere sahip olan ilk dönem sinemasında konu edindiği muhit, yönetmenin yaşamıyla oldukça ilişkilidir. Accattone ve Mamma Roma filmlerinin coğrafyası, Pasolini’nin genç yaşta annesiyle taşındığı Roma varoşlarıdır. Yukarıdaki şiirde de anlattığı gibi yönetmen genç yaşında varoşların haşin yaşam şartları altında ezilmiş hırpalanmıştır. Ancak tüm bu zorlukların yanında Bologna’da sahip olduğu burjuva yaşamıyla hiç uyuşmayan bir dünyaya ve farklı yaşamlara tanıklık etme şansına da sahip olmuştur. Serserilerin, suçluların, seks işçilerinin, pezevenklerin ve yokluk içinde yaşayanların, yani uyumsuzların hayatlarına. Bazen toplum tarafından ekonomik, sosyal veya kültürel bağlamda kabul görmeyen bazen de kendi davranışlarıyla angaje olmaktan reddeden bu uyumsuzlar, dönemin sinemasında da pek yer bulamamıştır. Pasolini’nin uyumsuzların hikayelerine samimi ve içten bir şekilde yer verme isteği dönemin sinema dünyasında şaşkınlıkla karşılansa da sinema tarihine oldukça güçlü filmler bırakmasını sağlamıştır.

Uyarı: Bu noktadan sonra bahsi geçen filmler ile ilgili irili ufaklı sürpriz bozabilecek detaylar mevcuttur.


ACCATTONE

Sefaletin, kavganın, suçun gırla olduğu Roma varoşlarında çalışmayı reddeden ve çalışanlarla alay eden, aylaklığı ve serseriliği kendine iş edinmiş bir grup gençle açıyoruz kameramızı. “Bir kültürün değerlerini kaybetmenin ve henüz yeni bir kültürün değerlerini bulamamış olmanın acısını çeken bu yüzbinlerce genç insan”dan* birkaçı olan bu kişiler toplumun ahlak anlayışından kendini sıyırmış ancak kendi ahlakını inşa etmek yerine aşırılıkları kendi ahlakı olarak kabul etmiş haldelerdir. Topluma uyum sağlayamayan, hatta işçileri sömüren düzene katılmayı reddederek varolan sisteme karşı çıkan gençler, alternatif olarak suça, taşkınlığa ve sömürülmedikleri bir sömürü mekanizması kurmalarıyla sadece toplumun ahlakını değil ahlak kavramını tümüyle reddetmiş oluyorlar. Bu uyumsuz gençlerin en önde geleni olan Accattone ile hayatını ortaya koyarak girdiği bir iddia ile tanışıyoruz. Asıl adı Vittorio olan ancak yaşama şekli ile arkadaşları tarafından accattone yani dilenci lakabı verilen karakterimizin kendine ve arkadaşlarına haklılığını kanıtlamaktan başka bir şeye yaramayacak bir iddia için ölüm riskini almasıyla yaşamla ne kadar zayıf bir bağ kurduğunu anlıyoruz. Ardından sevgilisi Maddalena’nın kaza yaptığını öğrenmesiyle Accattone eve koşuyor; ama bu koşuş sevgilisinin canına dair bir endişeden çok ekmek kapısına gelecek zarardan duyulu bir endişenin neden olduğu bir koşuş olduğunu anlıyoruz. Sevgilisini Roma varoşlarının otoyollarında seks işçisi olarak çalıştıran Accattone, bu sömürü ilişkisinde gücü tamamen elinde tutmuş haldedir. Bu sebeple, hem kazandığı parayı elinden almasına hem de ona kötü davranmasına rağmen sevgilisi Maddalena hala bu ilişkinin içinde kalmaya devam ediyor. Parazit gibi sevgilisi üzerinden yaşayan Vittorio, bundan rahatsızlık duymadığı gibi ilişkiden sıkıldığı anda da dolaylı yoldan sevgilisini serserilere dövdürterek ondan kurtuluyor. Ekonomik güvencesi kaybolan karakterimiz önce eski eşinden, yani bırakıp gittiği çocuğunun annesinden bir yardım arıyor ancak aldığı ret onu bir paket makarnaya muhtaç olduğu sefalet ve açlık dolu bir yaşama sürüklüyor. Bu sefalet içindeki dönemde karakterimiz Stella adındaki genç ve körpe bir kadınla tanışıyor. Bu tanışma, Stella için masum bir ilişki iken Accattone için bundan çok daha öte bir anlama sahiptir. Daha önce birçok kadınla kurduğu sömürü ilişkisini yavaş yavaş inşa ederken yaptığı gibi sanki Stella’yı gerçekten sever gibi davranarak duygusal manipülasyonu kullanıyor. Daha sonra Stella’yı seks işçiliğine sürüklemeyi başarsa da Stella’nın bunu yapamayacağını anlamasıyla ilk defa sorumluluk almaya ve topluma uyum sağlamaya karar veriyor. Kardeşi ile beraber demir taşıma işine girişen Vittorio, ilk günden pestili çıkmış ve yarı pes etmiş halde eve dönüyor. Çalışan, emek veren ve kazandığı her şey için mücadele etmek zorunda olan sıradan bir insan olma korkusunu o yorgun günün gecesinde bir rüyada görüyoruz. Karakterimiz rüyasında arkadaşlarıyla beraber Dilenci’nin yani kendisinin cenazesine gidiyor. Yaptığı yaşam tercihinin, bir anlamda sahip olduğu Accattone kimliğinin ölüşü anlamına gelen bu rüyanın ardından Vittorio çalışarak geçecek bir ömrün korkusuyla işi bırakıyor ve hırsızlık yaparak geçinen bir arkadaşının yanına gidiyor. Topluma uyum sağlama arzusunun bir günde sonlanmasıyla tekrardan ahlaki, hukuki ve toplumsal sınırların dışında yaşam sürmeye başlıyor. Ancak hırsızlıktaki bu macerası önce polislere yakalanması ve ardından kaçarken kaza yapıp ölmesiyle oldukça kısa sürüyor. Böylece önce Dilenci’nin, ardından da Vittorio’nun ölümünü izliyoruz. Bu ölüm, hayatı boyunca topluma uyum sağlamayı reddeden uyum sağlamak için yaptığı zayıf ve başarısız denemenin ardından uyumsuz olarak yaşamayı ve ölmeyi kabul eden karakterimizin ölümü niteliğinde oluyor.


MAMMA ROMA

Pasolini bu filmde de Accattone’yle ortak bir dünyadan benzer bir hikaye sunuyor bizlere. Yıllarca seks işçisi olarak çalıştıktan ve çevresi tarafından hakir görüldükten sonra topluma tekrar uyum sağlama niyetiyle seks işçiliğini bırakıp oğluyla beraber şehirde yeni ve düzenli bir yaşam kurma amacı gayretindeki Mamma Roma’nın öyküsünü izliyoruz. Otobiyografik elementlerin en güçlü olduğu Pasolini filmlerinden biri olan filmde, ana karakterimiz Mamma Roma ve oğlu Ettore’nin Roma’ya göçen Pasolini ve annesiyle bağdaşmalarını görmek mümkün. Kendisi için en değerli insanlardan biri olan annesini tarif ederken kullandığı fedakârlık, emek ve çalışkanlık gibi sıfatları Mamma Roma karakterinde de görmekteyiz. Oğluna daha iyi bir yaşam sunmak için işini, evini değiştiren, ona iş bulan ve gece gündüz oğlunu düşünen karakterimiz evladı için yaşayan bir anne konumunda. Kendini arka plana atan bu tavrı, Mamma Roma’nın kişisel dertlerini ve yaşadığı üzüntüleri arka plana atmasına ve yüzeyde sürekli neşe saçan bir hale bürünmesine neden olsa da yer yer içindeki birikmiş acıları birer birer dışarı vuruyor. Ettore’nin babası Carmine, Mamma Roma’nın acılarının ve geçmişinin bir simgesi gibi ortaya çıkıyor. Bir önceki filmde yine usta oyuncu Franco Citti’nin can verdiği dilenci karakterinin bir benzeri olan Carmine, yıllarca seks işçisi olarak çalıştırdığı Mamma Roma’yı tekrar işe döndürmek ve onun üzerinden parazit yaşamına devam etmek arzusu ile karşısına çıkıyor Mamma Roma’nın. Bu karşı çıkış aynı zamanda karakterin tüm uyum sağlama hayallerinin çöküşünü hazırlıyor. Bir yandan Mamma Roma tekrar Roma varoşlarında iş tutmaya dönerken bir yandan da oğul Ettore annesinin geçmişini öğrenmesiyle ondan uzaklaşır ve kendini sonunu hazırlayacak suç ve tehlikeli dolu yola sokar. Bu yol onu önce suçüstü yakalanmasıyla hapse, ardından da hastanede ölüme sürükler. Bu sürükleniş Mamma Roma’nın topluma tekrar angaje olma gayretinin ve mücadelesinin sonuçsuz kalışını tesciller niteliktedir. Artık o, tekrardan kenar mahallelerde yaşayan kenar mahallelerde çalışan ve toplumun görmek istemediği biri olarak yaşamaya devam eder.


Usta yönetmen ve değerli entelektüel Pasolini’nin sinemadaki ilk adımlarını gördüğümüz bu ilk dönem eserleri birçok anlamda oldukça zengin ve heyecan verici. Sinema diline dair arayışlarından ilk gençliğinin geçtiği Roma varoşlarına bakışına, topluma uyum sağlama psikolojisinden uyumsuzluğun acı veren tarafına kadar birçok noktada yeni bakışlar sunuyor bizlere. Anna Magnani ve Franco Citti gibi iki büyük oyuncunun muazzam oyunculuklarına da şahit olduğumuz bu iki film kesinlikle tüm sinemaseverler tarafından keşfedilmesi gereken nitelikte.



Kaynakça:

*“Pasolini ise İtalyan gençliğinin durumuna değindiği bir mektubunda, genç, varoşlu Tommaso ve benzerlerinin açmazını şöyle anlatır: “Bir kültürün değerlerini kaybetmenin ve henüz yeni bir kültürün değerlerini bulamamış olmanın acısın çeken bu yüzbinlerce genç insan, ya gösterişçi ve şiddetli bir biçimde tüketici bir kültürün değerlerini kabul ederle, ya da salt tumturaklı ilerlemenin değerlerini…”” (Pier Paolo Pasolini, Selahattin Yıldırım, Agora kitaplığı-sayfa 37)


Selahattin Yıldırım(2012). Pier Paolo Pasolini. İstanbul: Agora Kitaplığı

Sinematek 10 Mayıs – 03 Temmuz 2022 Program Kitabı, Pasolini Toplu Gösterimi


61 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page