top of page
Derin Doğa Kokal

Fight Club ve Türkiye: Erkeklik Krizinin Bedeli

Fight Club, Chuck Palahniuk’un kitabından David Fincher’ın filmine kadar, her boyutuyla incelenmiş, tartışılmış ve kült statüsüne ulaşmış post-modern ve provokatif bir eser. Peki, Fight Club bize tam olarak ne anlatmak istiyor? Yalnızlık çeken adamların sadece birbirini dövdüğü bir filmden mi ibaret? Kesinlikle değil. Film, bir boyutuyla bizlere günümüz Türkiye’sinin içinde bulunduğu çıkmazların nedenlerini ve sonuçlarını gösteriyor. Bir nevi, Türkiye’nin şu anki dönemiyle paralellik kuran bir anlatısı var Fight Club’ın. Bu anlatı, modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan erkeklik krizinin, diğer bir deyişle maskülenliğini yitirmiş erkeklerin yeniden kendilerini arayış çabasının üzerine kurulu. Elbette, bu arayış hem filmde hem de günümüz Türkiye’sinde kimilerine göre büyük bir devrime, kimilerine göreyse de bütün değerlerin yok olmasına sebep oldu. Türkiye’nin 100 yıldır süregelen erkeklik krizini Tyler Durden gibi çözmesinden dolayı iktidar, uzun süredir ülke yönetimini elinde tutmayı başarıyor. Kısaca, iktidarın 22 yıldır ülke yönetiminde kalma sebebinin anlaşılabilmesi için Fight Club’taki temel erkeklik krizini ve bu filmin anlatmak istediği meseleleri incelememiz gerekiyor.


MASKÜLENLİĞİNİ YİTİRMİŞ ERKEKLER


Fight Club, kafası karışık genç bir erkeği merkezine alır ve onun sıradan yaşamının içine sızan isyankar bir alter egoyla mücadelesini anlatır. Ana karakterimiz, yüksek lisansını tamamlamış ve ünlü bir otomobil şirketinde iyi bir işe sahip olan bir adam olmasına rağmen tekdüze ve anlamsız bir hayat sürdürmektedir. Bir yandan kronik uykusuzluk sorunuyla bir yandan da modern hayatın getirdiği yalnızlıkla boğuşan ana karakterimiz, diğer bir deyişle ismi olmayan Anlatıcı (Edward Norton), doktorunun önerisi üzerine kanserli hastaların terapi grubuna katılır. Bu grup toplantılarında Marla (Helena Bonham Carter) adında, hastalığı olmamasına rağmen grup toplantılarına katılan bir kadınla tanışır. İkisi de modern çağın getirdiği yalnızlık duygusunu, bu terapi seanslarında ağlayarak ve insanların dertlerini dinleyerek bitirmeye çalışırlar. Ancak, Anlatıcı'nın hayatı, seyahatten döndüğünde evini yanmış halde bulmasıyla değişir. Çaresiz bir şekilde, önceki bir seyahatinde uçakta tanıştığı Tyler Durden (Brad Pitt) adında bir sabun satıcısıyla iletişime geçer. Anlatıcı, Tyler'ın yanına taşınır ve ona yavaş yavaş hayran olmaya başlar. Bu hayranlığın temelinde yatan yegane şey ise Anlatıcı’nın sahip olamadığı maskülen auradır. Bu maskülen aura, Tyler Durden’ın manipülatif kişiliğinden ve insanı bir anda etkisi altına alan fiziki görünüşünden kaynaklanmaktadır. 



Fight Club’ın geçtiği dönem göz önünde bulundurulduğunda, post-modern bir çağda, belirsiz bir mekanda günümüzün portresi sunulur aslında. Kısaca, dünyanın modernleşmesinden sonrası anlatılır. Bu yüzden, Anlatıcı’nın Tyler Durden’a hayran olması anlaşılır bir gelişmedir. Çünkü modern yüzyıla geçişle beraber cinsiyet rollerinin değişmesi, erkeklerin otoritesini kaybetmesine sebep oldu. Yüzyıllar boyu gücün yalnızca erkeğin elinde bulunmasının ardından, bu güç modern dünyada kadın ve erkek arasında eşitlenmeye doğru yol almaya başladı. Bu durum da erkekler için yeni dünyaya karşı büyük bir uyum problemi yarattı. Erkekler 4000 yıl boyunca savaşçı, kral, şövalye, avcı vb. gibi fiziksel gücünü ve erilliğini gösterebildiği unvanlara sahip olurken modern dünyaya geçişle beraber birdenbire beyaz yaka olarak çalışan, hayat karşısında pasifleşen ve maskülenliğini yalnızca pornografik içerikler izleyerek tatmin eden insanlara dönüştüler. Filmde de bu erkeklerin portresi; terapi gruplarına ağlamaya gelen ve işe yaramayacak eşyaları satın alarak kendilerini tatmin etmeye çalışan eril gücü bastırılmış kişiler olarak çizilmiştir. Kısacası, tüketim kültürünün yoğun olduğu bir dönemde, faydasız şeyleri tüketerek hayatlarını geçirmektedirler. Bundan dolayı, bastırılmış eril duygularını ifade edebilecekleri bir çıkış yolu aramaya başlarlar.


HAKİMİYET KURMA ÇABASI


Filmin devam eden dakikalarında, karizmatik ve otoriter bir lider olan Tyler Durden, maskülenliğini yitiren beyaz yakalı erkeklere tekrardan bu eril gücü kazandırır. Bunu da insanın en temel içgüdülerinden biri olan dövüşme eylemiyle yapar. Özellikle, filmde geçmese de kitapta geçen bir cümle, bu dövüş kulübüne neden bu kadar talep olduğunun bir kanıtıdır adeta: “Dövüş kulübüne bir kez gittiniz mi, artık televizyonda futbol seyretmek, muhteşem bir seks yapma fırsatınız varken oturup porno seyretmeye benzer.” Elbette, film ilerledikçe Tyler Durden’ın esas hedefinin sadece beyaz yakalı adamlarla bir dövüş kulübü kurmak değil, bir kaos projesi yaratmak olduğunu anlasak da maskülenlik incelemesi için ilk çıkış noktasına, diğer bir deyişle dövüşme eylemine bakmamız gerekmektedir. Bu filmde birbirleriyle dövüşen erkekler, bastırılmış eril duygularını gösterebilecekleri bir çıkış noktası bulmuşlardır. Ancak gerçek dünyada bunun yansıması daha tehlikeli sonuçlara sahiptir. Çünkü bahsettiğimiz modernleşmenin kadınlar adına getirdiği pozitif tarafları olurken, durum erkeklerin perspektifinden bakıldığında kendilerine yabancılaşmalarına ve kolektif bilinçlerine ters düşen yaşam tarzları edinmelerine sebep olmuştur. Bundan dolayı medeniyetin ilerlemesiyle birlikte, ilerlemeden kaynaklanan bir geri tepme yaşanmıştır. Yaşanan bu geri tepmenin en önemli sonucu da kadın cinayetleridir. Kadın cinayeti meselesi, filmdeki erkeklik krizinin Türkiye’deki yansımasıdır aslında. Ancak bu durumu ilerleyen satırlarda incelemekte yarar var.


Öte yandan, kadın cinayetlerine sebep olan maskülenlik yalnızca modern dünyanın koyduğu kurallardan dolayı bastırılmamıştır. Bu duruma bir kadın figürü de neden olmaktadır. Bu figür annelerdir. Bir anne, çocuğuna fazla ilgi göstererek duygusal açıdan onu istismar ediyorsa, bu tip annelere Yutan Anne adı verilir.  Bundan hareketle Fight Club filminde de, bu neden Tyler Durden tarafından şu şekilde tanımlanır: “Biz kadınlar tarafından büyütülmüş erkekler jenerasyonuyuz. Başka bir kadının gerçekten ihtiyacımız olan şey mi olduğunu sorguluyorum.” Tyler Durden’ın bu noktada anlatmak istediği, modern dünyada baba otoritesinin kaybolmasıyla beraber aşırı koruyucu anne figürünün erkek çocuklar üzerinde etkili olmasıdır. Yutan Anneler, özellikle erkek çocuğunun üstüne çok düşer, onunla fazla ilgilenir. Onlara zarar geleceğinden korktuğu için çocuklarının gerçek dünyayla yüzleşmesini asla istemez. Bu yüzden, çocuklar hiçbir zaman gerçek dünyanın zorluklarıyla tanışamaz ve kendini kanıtlayabileceği bir alana sahip olamaz. Bu süreç dolayısıyla da , erkeğin maskülenliği yavaş yavaş sönükleşir. Sonuç olarak , anne tarafından bastırılan erkek, kendi gücünü kanıtlayabilmek için başka insanlar üzerinde hakimiyet kurmaya çalışır. 



Filmde ise bu üstünlük mücadelesi, erkek karakterlerin içinde yaşadığı ve onları istemedikleri şeylere zorlayan kapitalist modern dünyaya karşıdır. Kulüp, kapitalizme karşı anarşik bir kaos projesine dönüşür. Bu gizli kulüp, kontrolsüz bir şekilde büyürken, Anlatıcı ve Tyler arasındaki ilişki giderek karmaşık hale gelir. İkili arasındaki sınırlar bulanıklaşırken, Tyler'ın gerçek kimliği ve Anlatıcı'nın zihinsel sağlığı tartışmaya açılır. Fight Club, kapitalizmin boşluğunda kaybolmuş bir neslin haykırışı olarak da yorumlanabilir. Film, tüketim kültürüne karşı bir başkaldırıyı temsil ederken, aynı zamanda insanların içindeki vahşi ve primitif doğaya bir göndermede bulunur. Ancak bu başkaldırı, yavaş yavaş eleştirdikleri şeye dönüşmelerine sebep olur. Tyler Durden, erkeklere kazandırdığı eril güç sayesinde onları kullanır ve adeta bir çarklının dişlisi gibi onları sıradan işçiler haline getirir. Bu durum da aslında, eleştirdikleri kapitalizmin bir kopyasıdır sanki. Ve bu noktada, tarihe de baktığımızda, Tyler Durden’a benzeyen liderlerin karşı çıktıkları ideolojilerin yerine daha yıkıcı, daha faşist ve daha karanlık bir ideoloji koyduklarını görürüz. 


TÜRKİYE


Peki, bütün bunların günümüz Türkiye’si ile ne ilgisi var? Erkeklik krizi, Türkiye’nin modernleşme hikayesiyle başlar ve Cumhuriyet’in kurulmasıyla daha belirgin hale gelir. Bu krizin de o dönemin yazarları tarafından resmedildiği söylenebilir. Çünkü bakıldığında, Cumhuriyet Dönemi’nde yazılan çoğu eserde bu erkeklik krizini ve çöküşünü görmek mümkündür. Elbette, yazarlar bunu bilerek ve isteyerek mi yaptı, yoksa tamamen kolektif bilincin bir ürünü mü tahmin etmek zor. Ancak Cumhuriyet Dönemi’nin önemli erkek roman karakterlerini bu bağlamda okumamız pekala mümkün. Eğer karakterleri bu perspektiften okursak yaşanan bu değişimden dolayı pasif ve uyum sorunu yaşayan karakterler oldukları görülebilir. Örnek vermek gerekirse, Anayurt Oteli’ndeki Zebercet karakterinin çöküşü, Ankara’dan gelen trendeki cumhuriyet kadınının otele gelmesiyle başlar. Bu noktada, bunu bir çöküş olarak nitelememizin temel nedeni, modern dünyayı çok hızlı bir şekilde benimsemiş olmamızdan ileri gelmektedir. Batılı ülkeler, Rönesans sayesinde bu değişimi Türkiye’ye nispeten daha yavaş kabul etseler de, Türkiye birkaç yıl gibi kısa bir süre içinde büyük bir imparatorluktan demokratik bir topluma geçerek bu değişimi kabullenmeye çalışmıştır. Bu hızlı ve sert geçişten kaynaklı olarak Türkiye’nin yaşadığı bu değişim, Türk toplumu için beş-altı beden büyük gelmiştir. Bu uyuşmazlık, önce erkeklerin kendilerini bastırmasına ve Gregor Samsa gibi zararsız böceklere dönüşmelerine sebep olmuştur. Bir süre bu psikolojiyle yaşayan Türk erkeği, bir noktadan sonra ruhsal olarak açlık duymaya başlamış, kadınların toplumda yer etmeye başlamasını ve onlarla eşit haklara sahip olmasını kendine yedirememiş ve kaybettikleri maskülenliği tekrardan kazandıracak Tyler Durden gibi bir lidere ihtiyaç duymaya başlamıştır. Diğer bir deyişle, Cumhuriyet'in kurulmasının ardından kadınların istihdam edilmesi ve sosyal hayata katılmaları gibi geleneksel kültüre aykırı bu değişiklikler nedeniyle tutunamayan erkeklerin yaşadığı yabancılaşma, Türkiye'de ciddi bir maskülenlik krizine yol açmıştır. 2002’ye kadar tam olarak böyle bir lider Türk siyasetinde ortaya çıkmamıştır. Hatta çoğu siyasetçinin çocuğunun bile olmaması bu bağlamda pasif erkek motifine uygun düşmektedir. Ancak 21 yıldır iktidarda olan Erdoğan’ın otoriter bir alfa erkek oluşu, kaybolan Türk maskülenliğinin tekrardan doğmasına sebep olmuş ve erkeklere aradıkları güçlerini geri kazandırmıştır. Bu sayede, varlığını sürdürmeye ve cinsiyet eşitliğini sağlamaya çalışan cumhuriyetin yerini, erilliği doyuracak bambaşka bir ortam almıştır. 


İktidar yönetime geldiği günden beri, Tyler Durden gibi, sistemi kökünden değiştirmeye başlamıştır. Ancak, iktidar tıpkı Tyler Durden gibi eleştirdiği sistemin kendisine, hatta daha da saldırgan haline dönüşmüştür. Tarihe baktığımızda AK Parti; misyonunu özgürlükler, insan hakları, Avrupa Birliği ve eşitlik gibi unsurlar üzerine kurmuştur. Ülkenin 1950’lerden beri girdiği kısır döngüden insanları kurtarma idealiyle ortaya çıkmıştır. Nispeten eski Türkiye’nin utanılan alışkanlıklarını tarihe gömüp yeni bir yola girmiş olsa da, bu yeni yol içinden çıkılamaz ve çok daha otoriter bir sokağa sapmıştır. Erkeklik krizi için konuşmak gerekirse; en az 3 çocuk politikalarının sürekli olarak vurgulanması, her zaman büyük köprüler, büyük havaalanları, büyük otogarlar ve büyük projeler yapılması (bu durum da erkeklik krizindeki penis ve iktidar büyüklüğüne olan takıntının yansıması olarak okunabilir) maskülenliğini yitirmiş erkekler için bir altın madeni olagelmiştir. Böylece, iktidar ülkenin kriz yaşayan kesimlerine, Tyler Durden gibi paha biçilemez bir imkan sunmuştur. Elbette, bu ilk 10 yıllık periyot için geçerlidir. Tıpkı Tyler Durden’ın erkeklerin katarsis yaşamalarına yardımcı olması için kurduğu sözde masum dövüş kulübü gibi. Öte yandan, son 10 yıla bakıldığında, filmdeki erkeklik krizi Türkiye için maçoluk denilen hastalığa dönüşmüştür. Bundan kaynaklı olarak da Türkiye’de her yıl kadın cinayetlerinin artmasının nedeni, erkeklerin açlığını doyuran maskülenliğin, Türkiye zihniyetini esir almasından ileri gelmektedir. Ayrıca, bu maskülenlik ve erkeklerin tekrardan eski, ilkel hakimiyetlerini geri almak istemeleri, günümüzde İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasına, kadınları eşya gibi gören siyasi partilerin oluşmasına ve 21.yüzyılda hala LGBTİ+ ve kadın hakları meselelerini tartışmamıza sebebiyet vermiştir. Kısaca, bu durum Türkiye ekseninde bizlere erkeklik krizinin filmdeki gibi otoriter ve bağnaz bir noktaya geldiğini göstermiştir. 


Sonuç olarak, filmde anlatılagelen olayların, felsefenin ve tespitlerin Türkiye’yi çıkmaza sokan sebeplerle paralel olduğunu görmek mümkün. Peki, bunun bir kurtuluşu var mı? Onu zaman gösterecek. Fight Club’ın sonunda tam olarak ne olduğunu bilmesek de, bize yaşattığı patlama ve Marla ile birleşme sahnesi hala bir yerlerde umudun olduğu hissiyatını veriyor. Bir şekilde bu ülkenin Marla’sını bulmaya ve yeni bir başlangıca ihtiyacı var. Çünkü gelinen nokta, her şeyin sıfırlandığı, hatta bittiği bir nokta bana kalırsa. Bundan dolayı, böyle bir çağda hala erkeklik krizini, demokrasiyi, eşitliği çözememiş bizlerin; Tyler Durden gibi bir alter egoya ihtiyaç duymadan bu meselelerle gerçek anlamda yüzleşmesi gerekiyor. Çünkü şu anda, tam da Tyler Durden’ın dediği noktadayız: “Ancak her şeyini kaybettikten sonra gerçekten özgür olabilirsin.” 




819 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page