top of page
  • Lisa Gül Araz

Erkekliğin Kabuğunu Soymak: The Power of the Dog


Jane Campion, uzun bir aradan sonra 2021`de Netflix için çektiği The Power of the Dog ile dönüş yapmıştı. Film, dünya prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nden En iyi Yönetmen dalında Gümüş Ayı ödülü ile döndü ve aynı dalda Campion’a Oscar ödülünü de kazandırdı. Yönetmen, filmografisi boyunca sıkça başvurduğu edebiyat uyarlamalarını ve tür filmlerini feminist bir yaklaşım ile ele almıştı. Piyano(1993), Bir Kadının Portresi(1996) ve Parlak Yıldız(2009) birer kostüm drama(period), katilin kim olduğundan çok arzu ve şiddetin kesişimine eğilen Tutku Esirleri (In the Cut, 2003) ise bir kimyaptı(whodunnit) örneğidir. Thomas Savage`ın 1967 yılında kaleme aldığı aynı adlı kitabından uyarlanan The Power of the Dog’da ise western türünü deneyen Campion, türün dramatik konvansiyonlarını alt üst ederken, çiftlik hayatı kadrajları ve kırsal Amerika manzaraları ile göz dolduruyor.

Western türü, Amerika'nın batısında kalan kırsal coğrafyadaki yeni -beyaz- yerleşimcilerin hikayelerine odaklanır. “Medeniyetin henüz bu topraklara ulaşmadığı” yakın geçmişe dair türün anlatısı, Hobbes`un bilindik “insan insanın kurdudur” alıntısı ile özetlenebilir. Geniş bir alana yayılmış küçük kasabalar, tek tük evler ve bu kasabalar arasında yolcu taşıyan arabalar -Stagecoach(1939)`da olduğu gibi- hem yerlilere hem haydutlara karşı savunmasızdır. Güvenliğin ve adaletin teminatı ise her daim silahlı erkeklerdir. Bu anlamda yiğit/kahraman erkek anlatısı ve adaletin tecelli etmesi için genellikle filmin sonunda bir düello sahnesi olarak karşımıza çıkan intikam, türün sık tekrar eden konvansiyonlarıdır. Power of the Dog`un geçtiği 1925 yılına gelindiğinde ise bu kaotik ortam geçmişte kalmış olsa da erkeklik ethosunun etkisini hiç de yitirmediği, başkarakter Phil`le tanıştığımız ilk sahnelerden itibaren anlaşılır. Phil`in, Peter`ın yemek masası için yaptığı kağıttan çiçeklerle dalga geçmesi ve ortamdaki diğer kovboyların kahkahaya boğulması tanıdık bir Western sahnesidir. Ve filmin ilk dakikalarından itibaren adı sıkça geçen Phil`in mitleştirdiği Bronco Henry, batının sert olduğu zamanlardan kalma nesli tükenmiş bir kovboydur adeta.


Tanıştığımız ilk andan itibaren Phil, kadınlara karşı nefret doludur. Çiftliği yıllardır birlikte idare ettiği ve çocukluklarından beri aynı odayı paylaştığı kardeşi George, dul ve çocuklu bir kadınla evlenme kararı aldığında da Phil`in sinirini dişi bir attan çıkardığını görürüz. George ile evlenip çiftliğe geldiği andan itibaren Rose, Phil tarafından psikolojik şiddete maruz kalır. Bu şiddet, sadece mizojenik tavırlardan da ibaret değildir.Bölgenin en önemli çiftliğinin yeni hanımıdır Rose. George, evliliğin ardından vali ve eşini yemeğe davet ettiğinde Rose`dan piyano çalmasını rica eder. Bu, dönemin üst sınıf kadınlarından beklenen bir yetenektir. Davet gününe kadar piyanoda pratik yapan Rose`un melodisine, Phil odasından banjosuyla eşlik ederek halihazırda çiftliğin hanımı olma rolünü üstüne pek oturtamamış Rose`un yetersizlik hissini derinleştirmeye çabalar. Bu bakımdan Rebecca(1940) filminde Mrs. Danvers`ın, Manderlay`in yeni hanımına yaptığına benzer bir şiddettir bu. Davet günü geldiğinde, Rose piyanonun önünde taş kesilir. Kirsten Dunst`ın kusursuz performansıyla derinleşen sahnede, Rose`un üzerindeki baskı her ne kadar Phil tarafından körüklenmiş olsa da Phil`den ibaret değildir; aynı zamanda içinde yaşadıkları kapalı toplumun normlarının ağırlığı ve sınıfsal baskıdır. Bu davetteki başarısızlığının da ardından yetersizlik hissiyle baş edemeyen Rose alkol almaya başlar. Oğlu Peter ise, yaz tatili için çiftliğe geldiğinde hem annesinin durumunu, hem de nedenini kısa sürede kavrar.


Campion, çoğunlukla kadın öznellikleriyle uğraştığı filmlerinde , karakterlerin iç dünyalarının ve kırılganlıklarının incelikli anlatımı ile bilinir. Power of the Dog`da ise kişisel alanına en çok dahil olduğumuz karakter bu sefer bir erkek, Phil`dir. Rose ve George'un çiftlikte geçirdiği ilk gece Phil`in odasından gösterilir; yan odadan gelen seslere katlanamayan Phil atölyesinde Bronco Henry`nin eşyalarına ayrılmış köşeye kaçar. Henry`nin eyerini özenle temizlerken bunun Phil`in sık tekrarladığı -hatta belki bunun gibi zayıf anlarında onu rahatlatan- bir ritüel olduğunu hissederiz. Yıkanmak için gittiği gizli küçük göletin de benzer bir işlevi vardır. Vücudunda gezdirdiği bandananın benzer bir ritüel niteliğine sahip olduğunu hatta aynı ritüelin bir parçası olduğunu ve bandananın sahibinin Bronco Henry olduğunu sezeriz. Filmin başında westernlerdeki alışılageldik erkeklik rolleri ile ilişkilendirdiğimiz mizojenik, her türlü zayıflığı hor gören ve seyircinin de özdeşleşmekte zorlandığı Phil`in davranışlarının anlamı da böylelikle değişmeye başlar. Campion bir söyleşide Thomas Savage`ın romanı hakkında şunları söyler: “(yazar) gerçekten de annesiyle birlikte bir çiftliğe gitmiş ve Phil`e çok benzeyen amcasıyla yaşamış. Yani onun oldukça çarpıcı bir şekilde bildiği bir şeyi yazdığını ve maskülenitenin üzerindeki kabuğu soyduğunu hissediyorsunuz. Altında kalanın ne olduğunu bulana dek katman katman soyuyor ve sonunda bulduğu şey kırılganlık.”

Filmin sonlarında yer alan göz alıcı halat sahnesinde, Phil'in Peter`ın kurduğu tuzağa düşmesinin sebebinin de bu zayıflık, kırılganlık olduğunu anlarız. Campion romanda olmayan bu sahneyi adım adım yükselen bir cinsel gerilimle ustalıkla sergiler. Peter`ın bu tuzağı uzun zamandır incelikle kurgulamış olması seyirciler için bir sürpriz sondur. Annesini kurtarmayı bir erkek olarak kendine görev edinmesi tür için son derece alışıldık bir karakter motivasyonudur. Campion, Peter`in tuzağı ile bu konvansiyonu The Power of the Dog`a alt üst edilmiş bir biçimde yerleştiriyor. Feminist sinemacıların sinema tarihine en büyük katkılarından biridir belki de ele aldıkları türlerin normlarını dönüştürmek. Campion da, The Power of the Dog ile izleyicinin karşısına geleneksel anlatıyı bozmamasına rağmen gelenekselliğin sınırlarından taşan nefis bir western çıkarıyor.



Kaynakça

Catherine S. (04.03.2022), “Jane Campion on the Power of Dog”, The Guardian.


148 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page