Bir uyarlama izlediğinizde beklentiniz nedir? Bu sorunun kitabı olduğu gibi yansıtması, karakterleri iyi anlatması veya kitabın hissettirdiklerini, belki de fazlasını, hissettirmesi gibi birden fazla cevabı olabilir. Beklentiniz ne olursa olsun Little Women uyarlamalarının birinden memnun kalacağınız kesin.
Little Women; Louisa May Alcott’un kendi hayatından esinlenerek yazdığı, temelinde 4 kız kardeşin aile içi sorunlarını ve hayat karmaşasını ele alan bir kitap. Gerçeklere dayanan kitap bu gerçeği çok iyi yansıttığı için de yayınlandığı günden beri okurlarının kalbinde yer tutmuş. Dünden bugüne yönetmenlerin ilgisini çeken bu hikaye, kendisine beyaz perdede de yer bulmayı başardı. Bu hikayeyi ve karakterleri beyaz perdeye taşıyan birçok yönetmenden ikisi de Greta Gerwig ve Gillian Armstrong. Bu iki yönetmenin uyarlamaları, kitabın sevenlerini farklı yönlerden tatmin etmekte.

İki filmin göze çarpan ilk farkı, olayların anlatılış sırası. Armstrong olayları gözümüzün önüne kitabın anlattığı gibi kronolojik olarak seriyor. March ailesinin hayatına bir izleyici olarak konuk olurmuş gibi yaşadıklarını gerçek zamanlı görüyoruz. Öte yandan Gerwig, kitaptaki olayları karışık sırayla anlatarak birbirine yedirmiş. Bugünün soğuğundan kaçıp hüzünle ve özlemle baktığımız geçmişin sıcaklığına sığınıyoruz film boyunca. Beth’in hastalığında ona moral vermesi umuduyla gittikleri sahil, eski mutlu günlerin anılarıyla parlıyor. Beth’in iyileştiği günün umudu ve mutluluğu, öldüğü günün maviliğine karışıyor. Evinin çatısında heyecanla ilk romanını yazan Jo, New York’ta bir hostelde para için yazan Jo’ya dönüşüyor. Bu sefer onu camdan Laurie değil, Fredrick izliyor. Gerwig, filmin her saniyesinde bizim de geçmişe en az bu karakterler kadar nostaljiyle bakmamız için çabalıyor. Bu doğrusal olmayan zaman akışının bir başka katkısı da izleyicinin odağını manipüle edebilmek. Filmin başlarında Meg ve John’un evleneceğini veya Jo’nun Laurie’yi reddedeceğini biliyoruz. Gerwig, izleyicinin odağını romantik ilişkilerden çekip seyirciyi kardeşlerin bireysel yolculuğuna odaklanmaya zorluyor.

Filmler arasındaki en temel fark ise kitabın hangi yönüne odaklandıkları. Armstrong, kitabın hikayesine o kadar aşık olmuş ki hikayeyi olduğu gibi ekrana yansıtmaya çabalıyor. Kitaptan fırlama diyaloglar, betimlemelere olabildiğince uyan oyuncular ile okurun kitabı okurken kafasında hayal ettiği görüntüleri beyaz perdeye yansıtmaya çalışıyor. Gerwig ise öyküye değil karakterlere bağlanmış. Önceliğinin hikayeyi olduğu gibi aktarmak olmadığı belli, onun yerine karakterlere en az onun kadar bağlanmamızı önceliyor. Gerwig, kitaba dahil olmayan uzun monologlar ekleyerek karakterlerin düşünüş biçimlerini yansıtıyor böylece seyircinin her bir kız kardeşin yerinde kendisini görmesini kolaylaştırıyor. Örneğin Amy’nin resim yapmayı bırakma kararını uzun bir monologla Lauire’ye açıklaması sayesinde seyirci de Amy’nin hayata bakışı hakkında daha çok bilgi sahibi olup Amy’yle bir empati bağı kuruyor.
İki yönetmenin de hikayeye yaklaşımları kendini kıyafet kullanımında gösteriyor. Armstrong filminde March ailesinin fakirliğine ve dönemin koşullarına vurgu yapabilmek için kardeşlere kıyafetlerini paylaştırıyor. Meg’in giydiğini gördüğümüz bir kıyafeti, başka bir sahnede Amy’nin üzerinde görüyoruz. Ayrıca Armstrong uyarlamasının kostümleri tarihsel olarak daha doğru. Kardeşleri döneminde oldukça popüler olan boneleri takarken, saçlarını zamanın modasına uyan şekilde düzgünce toplarken ve uygun silütte elbiseler giyerken görüyoruz. Armstrong filminde kıyafetleri zamanı ve çevreyi aktarmak için kullanıyor. Gerwig’in uyarlamasına gelirsek kızların hepsinin kişiliklerini yansıtan kıyafetleri ve renk paletleri var. Jo daha maskülen etek ve gömlek takımları ve cepkenler giyerken Meg ve Amy’yi hep kabarık etekler ve korseler içerisinde görüyoruz. Amy kendisini daha soylu kabul edilen açık mavi ve beyazlarla donatırken Beth çocukluğunu bırakmadığı gibi moru da bırakmıyor. Jo ve Meg’in kıyafetleri yaş aldıkça daha soğuk renklere doğru kayarken hayatın zorluklarını onlar kadar tatmayan Amy, pastel renklerinden vazgeçmiyor.
Gerwig karakterleri en iyi şekilde yansıtabilmek için hikayeden feragat etmeye hazırken Armstrong hikayeye o kadar tutunuyor ki karakterleri değiştirmekten kaçınıyor. Jo ve Profesör Fredrick’in hikayesi bu odak farklılığının açığa çıktığı başka bir nokta. Armstrong kitaba tamamıyla bağlı kalarak Jo ve Fredrick’i klasik bir Hollywood mutlu sonuna kavuşturuyor. Film boyunca evliliğin kendine uygun olmadığına dair tiratlar atan, “erkek gibi” olup özgürce hayatını yaşamak isteyen Jo’yu karakterine uygun olmamasına rağmen kitapta olan bu olduğu için evlendiriyor. Gerwig ise bu noktada kitabı terk ediyor. Fredrick ve Jo sadece Jo’nun filmde yazmış olduğu kitapta evleniyor. Jo, hayallerinin peşinden koşup yazmak için can attığı kitabının basıldığını görüyor. Gerwig, kitabın Louisa May Alcott’un hayatından esintiler barındırmasına saygı duyup sadece kitapta yazdıklarına değil Louisa’nın gerçekten yaşadıklarına da odaklanıyor. Filmin sonunda Jo’ya Louisa’nın kaderini yaşatıyor. İşte tam bu yüzden Gerwig kitabı değiştirerek hikayeyi daha iyi anlatıyor.

Armstrong bu hikayeye aşık olmuş olsa da hikayenin ne anlattığı konusunda hem yazarla hem de Gerwig’le çelişiyor. Armstrong’a göre bu hikaye Jo ve ailesinin hikayesi. Kamerası her daim Jo’ya dönük, ailenin kalan üyelerinin hikayelerini sadece ihtiyacı olduğu zaman inceliyor. Beth, Armstrong’un gözünde ölümü Jo’yu üzen kardeş; Amy, Laurie’nin Jo’dan sonra ikinci tercihi; Meg ise Jo’nun yetişkinliğin geldiğini anlaması için bir işaret. Jo dışındaki karakterlerin hikayeleri Jo’yu etkilediği kadar filmde yer bulabiliyor. Gerwig içinse her bir kardeş, kendi içinde keşfedilmesi gereken bir dünya. Beth; tüm yeteneğine rağmen evine sımsıkı bağlı, dünyaya iyilikten başka bir şey bırakmamış bir müzisyen. Amy; sahip olduklarıyla yetineceğine hiçbir şeye sahip olmamayı seçecek kadar hırslı, bulutlar üzerinde uçan Laurie’yi yere indirecek kadar ayakları yere basan bir gerçekçi. Meg, aşk için vazgeçtiği güzelliklere özlemle bakan ama her şeye rağmen aşkın en büyük güzellik olduğunu düşünen bir romantik. Bu karakterlerin hiçbiri Jo’nun gölgesinde kalmıyor. Hikayeyi Jo anlatıyor olabilir ama Gerwig hiçbirinin sadece bir yan hikaye olmaması için hepsine gereken önemi veriyor. Gerwig için bu hikaye March ailesinin hikayesi. Gerwig için bu hikaye; istekleri, amaçları, yöntemleri birbirinden farklı olan bütün kadınların hikayesi. Bu yüzden Armstrong’un aksine tek bir kadını ele almak yerine her karaktere gereken önemi veriyor.
Gerwig’in tüm karakterlere verdiği önem seyircide bir bağlılık duygusu olarak da açığa çıkıyor. Filmi izlerken Beth’in ölümüne üzülüyor, Jo’nun kitabının basılmasına onunla beraber seviniyor veya Lauire, Amy’ye Fred’le evlenmemesini söylediğinde oturduğumuz yerde heyecandan doğruluyoruz çünkü Gerwig, bizi her karaktere bağlıyor. Armstrong’un uyarlamasını izlerken duyguları hissetmek yerine kafamızda hep “Şimdi ne olacak?” sorusu yankılanıyor. Hikayenin akışına kendimizi kaptırıp Jo’nun başına gelecek bir sonraki olayı düşünüyoruz.

Toparlamak gerekirse Armstrong kendi Little Women’ıyla hikayeyi kitapta olduğu gibi ve tek bir kadını odağına alarak verirken Gerwig kendi uyarlamasıyla izleyiciyi tüm “küçük kadınları”, uzantısı olarak da tüm kadınları anlamaya davet ediyor. Gerwig’in uyarlamasında hikaye bir araçken Armstrong’un amacı. Gerwig uyarlamasıyla hissettirmeye odaklanırken Armstrong göstermeyi amaçlıyor. İşin sonunda bu iki yönetmen uyarlamalardan beklentileri ne olursun her Little Women okuyucusunu tatmin edecek bir seçenek sunuyor.
Comments