Kaku Arakawa'nın yönettiği, usta yönetmen Hayao Miyazaki'nin yapım sürecine odaklanan 2019 yapımı 10 Years With Hayao Miyazaki geçtiğimiz mart ayında NHK World'ün dijital platformunda ücretsiz olarak sunuldu. Belgesel Ponyo'nun yapım sürecinden The Wind Rises'ın seyirciyle buluşma anına kadar olan on yılı kapsıyor. Dört bölümden oluşan bu belgesel seri, içeriğinde Studio Ghibli'deki yapım sürecinden Miyazaki'nin baba oğul ilişkilerine kadar çeşitli birçok konuyu kapsıyor. 10 Years With Hayao Miyazaki, aynı zamanda Miyazaki'nin hayatına dair birçok saklı ögeyi görme fırsatı sunuyor.
Belgeselin ilk dakikalarında yönetmenin bilinen yöntemlerden farklı olarak önce hayalindeki filmi resmettiğini, filmin hikâyesinin en son yazıldığını öğreniyoruz. Öyle ki, filmin çizim aşaması tamamlanmadan filmin sonunu kimse bilmiyor. Ayrıca Miyazaki'nin başından sonuna eşlik ettiğimiz bu film yapım sürecinde net olarak görülüyor ki elinde halk arasında tutmuş olan tarifi devam ettirmek ve kendini tekrar etmek gibi bir seçenek varken bunları bir kenara atıyor ve tüm riskleri göze alarak her filminde üzerine yeni şeyler eklediği bir değişime gidiyor. Bu konuyla ilgili belgeselin bir kısmında oğluna seslenirken şöyle diyor Miyazaki, "Filmlerinle dünyayı değiştirmeye azmetmen gerekiyor, değiştirmesen bile." Böylece onun değişime verdiği hassasiyetin altında dünyayı değiştirebilme umudunun yattığını hayranlıkla anlıyoruz.
Üzerinde durulması gereken başka bir konu da Miyazaki'nin annesiyle arasındaki ilişki. Annesi genç yaştayken hastalanıp yatalak kaldığı için içinde sürekli annesinin eksikliğini hisseden Miyazaki, My Neighbour Totoro, Castle In The Sky, Howl's Moving Castle gibi ünlü yapıtlarında güçlü, çetin ve şefkatli anne figürleriyle annesini filmlerinde yaşatıyor.
Miyazaki'nin kendi aile ilişkilerinde ise, özellikle 3. bölümde ön plana çıkartılan kendisi gibi yönetmen olan ve Studio Ghibli'de çalışan oğlu Goro ile zayıf bir ilişkisi olduğunu görüyoruz. Yönetmenliğe olan sevdası yüzünden babalık ilişkilerini güçlendirmeyi unutan, gerisinde babasını sadece çizgi filmleriyle tanıyan bir oğul bırakan Miyazaki'nin Goro ile ilişkisi ilk bölümlerde oldukça zayıf ve kopuk olsa dahi, yıllar ilerledikçe görüyoruz ki ikisinde de ortak olan yönetmenlik sevdası onların birbirine tekrar yakınlaşmasını sağlıyor.
Belgeselin en can alıcı noktası olan Miyazaki'yi anlamak ve tanımak, sadece Miyazaki sinemasını değil hayatı da daha iyi anlamamızı sağlıyor. Kendisinin belgeselin çoğu yerinde stüdyosunun bir köşesinde, insanlardan izole bir yaşam sürdüğüne ve yeri geldiğinde huysuz bir insana dönüştüğüne şahit oluyoruz. Kendisini bu haliyle sevdiğini şu sözlerle açıklıyor, "Ben huysuz olmayı seviyorum. Toplum bunu sevmiyor, ben de sahte bir gülümseme takınıyorum." Bununla birlikte onun en büyük amacı toplumu eğlendirebilmek, çünkü ancak o zaman var olmayı hak edebileceğini, işe yarar birisi olabileceğini düşünüyor. Aslında tıpkı filmlerinde gördüğümüz gibi insanların tamamen kusursuz ve mükemmel olmadığını, pürüzlerimizin ve dikenlerimizin bizim birer parçamız olduğunu görmemizi sağlıyor Miyazaki ve adeta şunu gözümüze sokuyor: Herkesin kusurları, eksiklikleri vardır, dünyanın en tatlı filmlerini yapsan bile. Böylece Miyazaki bize kendisini anlatırken, aslında kendisinin filmlerinde var olduğunu, bize kendini kusurlarıyla ve aynı zamanda naif kalbiyle nasıl eşsiz bir varoluşu hissettirdiğini tekrar anlıyoruz. Ve şunu biliyoruz ki, kendisi binlerce çocuğu ve yetişkini hem güldürüp hem değiştirerek dünyada eşsiz bir işe yararlığa imza attı.
Yorumlar