Rüzgâr Bizi Sürükleyecek (Bad Ma Ra Khahad Bord) İranlı şair ve yönetmen Füruğ Ferruhzad’ın şiiriyle aynı adlı 1999 yapımı bir Abbas Kiarostami filmi. Eser, genel olarak İran Yeni Dalga sinemasında ve özel olarak da Kiarostami’nin anlatısında alışık olduğumuz şekilde sembolizm ve alegorilerle yüklü bir dile ve kurguya sahip. Film, uzun ve kurak yollarda belirli bir aşamaya kadar hiçbirini görmemize müsaade edilmeyen ve bir aşamadan sonra içlerinden sadece birini görmemize izin verilecek yolcuların bir cipin içinde, neredeyse dağların arasına saklanmış bir Kürt köyünü aramalarıyla başlıyor. Yolcular köye ulaşmak için büyük ve tek başına bir ağacı arayadursun, biz de sahip olduğumuz kamera açıları bu yolcuların gözlerine eş şekilde tabiatı gözlemleme ve İran kırsalında kısa bir gezintiye çıkma fırsatına sahip oluyoruz. Daha köye gelmeden onları karşılamaya gönderilen çocukla (Farzad) yakınlık kuran baş kahramanımız Behzad, köye adım attığı andan itibaren Farzad’ın yatalak anneannesi Melek Hanım’ın sağlığıyla ilgili bilgi toplamaya ve kimliğini açık etmeden, köy ahalisinin hakkındaki mühendis olduğu yönündeki yanılgılarını da düzeltmeden, bir şeyleri beklemeye başlıyor.
Filmin gelişimiyle birlikte, Melek Hanım’ın ölümünün ardından gerçekleşecek olan ağıt ritüelini deneyimlemek amacıyla köye geldiklerini ve bir ölümü beklediklerini anladığımız Behzad ve meslektaşları (ki meslektaşlarını film boyunca hiç görmüyor fakat konuşmalarına şahit oluyoruz) hayatın getirdiği, hesap edilmesi imkansız sürprizlerin planlarını bozmasıyla üç gün kalacaklarını hesap ettikleri köyü üç hafta sonra hala terk edemiyorlar. Gençlerin tarlaları işlemeye gidip sadece çocuklar, yaşlılar ve kadınların kaldığı bu köyde bulunduğu süreçte Behzad, köyün merdivenlerle birbirine bağlı ve katmanlı yerleşimsel yapısının da yardımıyla, köylülerle fazlaca iletişime giriyor. Telefonla konuşabildiği, yani dışarısıyla tek bağlantı kurabildiği yer olan yüksekteki mezarlığa arabasıyla muntazaman patronuna durum raporu vermek için çıktığı zamanlarda da orayı kazan ve yine yüzünü görmediğimiz, fakat sesini duyduğumuz hazine avcısıyla iletişime geçiyor.
Behzad ile köye gelen meslektaşları ise ona zıt olarak tam bir uyuşukluk içinde bekliyor, sabahları geç kalkıp gün içinde de çilek topluyorlar. Köyde geçirdikleri bu uzayan zaman diliminde; Behzad’ın ve meslektaşlarının takındıkları tavırların ve bu bekleme dönemini geçiriş şekillerinin ikiliği, Kiarostami’nin insanların ölümü beklerken, yani hayatları süresince, var oluş durumlarını örneklemesi ve karakterlerini tiplere dönüştürmesi olarak okunabilir. İki çeşit insan vardır: Birinci grup Behzat gibi anlam arayanlar, bilinçli bekleyenler, toprak yolu gide gele tozutanlar; ikinci grupsa meslektaşları gibi çilek toplayanlar, dürtülemez bir bilinçsizliğe hapsolanlar, geç uyananlar. Fakat iki tip de nasıl beklerlerse beklesinler yolun sonu aynı yere çıkar, rüzgâr hepsini aynı sona sürükler: Ölüme. Kiarostami bir yandan yaşamdaki bu teleolojik çizgiselliğin altını var gücüyle çizerken öte yandan hayatın sürprizlerini ve bunların dönüştürücülüğünü de ölümü beklenen yatalak kadının konuşmaya ve yemeye başlamasıyla hikayesine dahil ediyor. Bu ölüm geciktikçe meslektaşlarının sabırsızlıkları ve serzenişleriyle bunalan Behzad bir yandan da bir dönüşüm yaşıyor ve farkındalık sürecine giriyor. Dilsel ve görsel olarak sürekli imgelerle beslenen anlatı, Behzad’ın ruhsal dönüşümünü de sayısız alegoriyle taçlandırarak filmin göstergesel yapısını sağlamlaştırıyor: Ters çevrilen kaplumbağanın tekrar doğrulması ve Behzad’ın köye geldiğinden beri arayıp da bulamadığı sütü karanlık bodrumda bulması, yeni hayatı/başlangıcı muştulamanın ötesinde baş karakterin ruhsal dönüşümünü ve insanın dünya üzerinde izlediği yolu da sembolize ediyor. Bu farkındalık ve dönüşümlerle Kiarostami, filmin temasının ve kurulumunun, müsait olduğu kaderciliğe evirilmesini engellemek adına umudun ve iradenin gücünü vurguluyor. Öyle ki, filmin sonuna varmadan; rüzgâr bizi sürüklüyor, sürükleyecek. Peki nereye? Bunun cevabı biraz da her birimizde saklı diyebiliyoruz.
Filmin son sekansına gelindiğinde, film boyunca hâkim olan bekleyiş duygusu ve kaygı, doktor ile Behzad’ın motor üzerindeki sohbetleriyle yerini sahip olunan yaşamı kutsamayı, onun değerini bilmeyi ve ona tutunmayı önceleyen bir anlayışa bırakıyor. Yine Ferruhzad’ın dizeleriyle, “Elinde olana sarıl,” diyor doktor, çünkü bundan iyisi vaat edilir fakat kimse tarafından görülmemiştir. En sonunda Behzad, kendisinden önce ayrıldıklarını anladığımız meslektaşlarının ardından köyü terk ederken, Melek Hanım’ın öldüğünü görür ve onun yakınlarının ağlayışlarını duyar. Arabasının camından yas tutan kadınların fotoğraflarını çeker. Arabasını yıkar, hazine avcısından aldığı kemiği göle atar. Behzad’ın bundan sonra yeni bir hayata başlayacağı sezdirilir. Rüzgâr, hepimiz gibi Behzad’ı da sürükleyecektir. Peki nereye? İşte o biraz da hepinizde, hepimizde saklı diyor Kiarostami.
Comments