When They See Us, 19 Nisan 1989’da New York Central Park’ta işlenen; cinayete teşebbüs ve tecavüz suçları dahilindeki ‘Jogger Davası’nı ele alan, yönetmenliğini kadın ve Afro-Amerikan olma kesişimselindeki Ava DuVernay’in üstlendiği mini dizi olarak karşımıza çıkıyor. Dizide, büyük çoğunlukla Afro-Amerikan nüfusun yerleşik olduğu Harlem bölgesinde yaşayan ve yaşları 14 ila 16 arasında değişen beş gencin gözaltına alınma, yargılanma, tutukluluk dönemi ve sonraki hayatlarından ilk zorluklar gösteriliyor.
Dizinin ilk bölümünde NYPD tabiriyle, siyahi ve hispanik bir grup çocuğun Central Park’ta ‘çıldırdıklarını’ görüyoruz; her zaman öncelikli belirtilen sıfatları, ırkları, dolayısıyla bu grup polisin penceresinde potansiyel suç teşkil ediyorlar. ‘Potansiyel suçlu olma’ ne yazık ki bu olay özelinde bir olgu değil; zira Amerika’da beyaz ırka mensup olmayanlar ‘suçlulukları kanıtlanana kadar masum’ değil, ‘masumlukları kanıtlanana kadar suçlu’. Bu ‘çıldıran’ gençlerin ihbarı üzerine, ‘kanun ve düzen’ önceliği olan Amerikan polisi duruma zaman geçmeden el atıyor, böylece dizide polis şiddeti ilk sinyallerini Central Park’ta, topluluğa müdahale sırasında veriliyor. Devamında polis merkezinde görülenler polis vahşetine dönüşüyor, zira çocukların bireysel hakları gasp ediliyor; bunlar yaşanırken dedektiflerin kendilerini kendi haklılıklarına inandırmış olması onların uyguladıkları şiddet üzerinde şüpheye düşmemesine yardımcı oluyor. Hâlihazırda çoğunluğun Amerika koşullarındaki üstün ırktan geliyor olması ve bu sayede kendilerini sorgulamaya hiç gerek duymamış olmaları tutumlarını doğrulamak için yeterli görünüyor. Bugünün ırkçılık sorunuyla cebelleşen toplumlarına baktığımızda, sistemin kendi lehlerine çalıştığı kesimin bu sorundan rahatsız olmadığını, üstelik bu hastalıklı sisteme karşı gelenleri ötekileştirdiğini de görüyoruz. Bu düşünce yapısının hedefindeki, tek arzuları eve dönmek, güvende olduğunu bilmek olan çocuklar özellikle aileleri yanında olmadığı anda fiziki ve psikolojik şiddete maruz kalıyorlar. Bu sahneler sırasında, Amerika’da beyaz ırktan olmayan ailelerin -özellikle siyahilerin- çocuklarına, onların her gün eve dönmesini sağlamak için, yapmak durumunda oldukları konuşmanın örneklerine rastlıyoruz: Antron ve babası arasında evde ve sorgu odasında geçen konuşmalar, çocuğun siyahi olduğu için polise karşı tutumunun kendisi için ne denli hayati olduğunu vurguluyor. Polis sadece, yaşları 14 ila 16 arasında değişen çocukları değil; onların hâlihazırda dezavantajlı konumda olan ailelerini de manipüle ediyor: her birinin özelinde başka açılardan da toplum dışı kalmış, ötekileşmiş bu insanlar çocukları güvende tutabilmek, eve götürebilmek için karşılarına çıkan umuda mantık sorgulaması yap(a)madan sarılıyorlar.
İkinci bölüm ise daha zengin bir polemik sunuyor; çünkü, hem günümüzün popülist liderlerinden birinin kitle kazanma yönündeki açıklamalarından birine denk geliyoruz hem de mahkemenin dürüstlüğünü ve adaletini sorguluyoruz. Öncelikle davanın genellikle yanlı karar veren bir mahkemeye verilmesi, dahası bu sürecin adil kararın verilmesi gereken bir dava olacağı yerde savcı ve dedektifler için adını duyurma fırsatına dönüşmesi haksızlıkların ardı ardının kesilmemesine neden oluyor. Bürokrasinin hastalıklı olduğu yerlerde işlerin içine ne kadar adaletsizlik girebileceği gözler önüne seriliyor. Dava öncesinde avukatlardan birinin dava savcısına “Bu çocuklar için bir iyilik yap ve adil bir mücadele olmasını sağla,” demesi daha sonrasında göreceklerimizle bir siteme dönüşüyor.
Bir diğer konu ise günümüzde George Floyd cinayetinden sonra da evangelist kitlenin ‘üstün’ ruhunu okşayan Donald Trump’ın olayın yaşandığı dönemde yaptığı açıklamalar ve reklamlar. Kendisi, beyaz bir kadına tecavüz edip öldürmeye çalıştığına hiç kuşku duymadığı bu beş gencin idam edilmesini istediğini belirtiyor; dahası -ne kadar sarkastik olduğu anlaşılmayan bir üslupla- eğitimli bir siyahi olmayı çok isteyeceğinden, bu insanların toplumda çok avantajlı olduklarından bahsediyor. Trump’ın o dönemki nefret teşvikleri, idam cezası için yaptırdığı reklamlar ve bugünlerde George Floyd cinayetinin ardından iyice harlanan Black Lives Matter hareketine karşı tutumları değerlendirildiğinde kendi seçmen kitlesini oluşturan sağ kesim odaklı popülist çizgisinden pek de sapmadığını söylemek mümkün: Make America Great Again ideali hedefe ulaşıyor gibi görünmese de Make Racism Great Again’in gayet çalıştığı ortada.
Dizinin ikinci ve üçüncü bölümlerinde 2002’de olayın gerçek suçlusu Matias Reyes’in Jogger Davası’nın suçlusunun kendi olduğunu itiraf ettiği kısma kadar Central Park Beşlisinin başından geçenleri ve itiraftan sonrasına dair kesitleri görüyoruz.
Mayıs 2019’da yayınlanan dizinin ardından davada görev almış kimseler ve Donald Trump üzerine tepkiler yoğunlaştı. Tepkiler sonrası dava savcılarından dizide de sıkça gördüğümüz Linda Fairstein görev aldığı iki dernekten istifa etti, başsavcı Elizabeth Lederer daha fazla Columbia Hukuk Fakültesinde ders vermeyeceğini bildirdi. Başkan Donald Trump ise geri adım atmayarak haklarında idam cezası için reklam yaptırdığı ve daha sonrasında masumiyetleri kanıtlanan beşliden özür dilemeyeceğini ifade etti. Daha önce de Ken Burns’ün The Central Park Five belgeselinin yanlı ve çöp bir yapım olduğunu söyleminde bulunmuş olan Trump’ın, kendisi yetişkin bir bireyken 14, 15 ve 16 yaşlarında olan beş çocuğun öldürülmesi istemine dair yapılan eleştiriler dâhil When They See Us dizisi özelinde bilinen bir açıklama yapmadı.
Yönetmen Ava DuVernay, senaryoya da katkılarda bulunmuş. Bazı sahneler arasındaki geçişlerde detaylara yer verilmemesine rağmen karakterlerin epikleştirilmesine özen gösterilmiş, böylece gerçek bir olaydan çok bir dizi izlediğimizin farkına varmamız sağlanmış. Ava DuVernay, yaşadığı ülkenin ötekilerinden bir birey olarak beş çocuğun başına gelenleri oldukça güçlü bir dille ekrana dökmüş. Bu güçlü dilin objektif olduğunu söylemek mümkün olmasa da ırkçılık sorununun bugün olduğu yere bakarsak yüksek perdeden gelen sesinin siyahilere karşı uygulanan sistematik ırkçılığa dikkat çekmek için etkili bir yöntem olduğunu söylemeliyiz.
コメント