Lukas Dhont’un 2022 Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne layık görülen filmi Close’u geçtiğimiz hafta Filmekimi’nde izleme şansı yakaladım. Dhont, 2018’de Kuir Palmiye ödülü alan ve kuirleri (özellikle de transları) çektikleri acılara indirgemekle eleştirilen filmi Girl’den sonra Close’la bir kez daha tehlikeli sularda yüzüyor. Ancak bu kez Dhont’un sinematik dehası tüm salonu hıçkıra hıçkıra ağlatmanın ötesine geçip cevaplamaya hazır olmadığımız bir soru soruyor: ‘Affetmeyi biliyor musun?’
Genç yönetmen film boyunca hikayeyi ilerletmek için tekniği kusursuz bir biçimde kullanıyor, uzun süren sessizlikler ve yakın çekimlerle seyircinin her saniye ne hissetmesi gerektiğini dikte ediyor. Eden Dambrine ve Gustav de Waele’in Léo ve Rémi olarak sergilediği oyunculuklarsa film boyunca Dhont’un Close’ta tercih ettiği narratif ve görsel stille büyük bir uyum içinde parlıyor.
Close bizi alışılmadık bir arkadaşlığı paylaşan 13 yaşında iki çocukla tanıştırıyor: Léo ve Rémi. Çocukların arkadaşlığını bu kadar alışılmadık, ama bir o kadar da tanıdık kılan şey aslında masumiyeti. Léo ve Rémi her şeyi birlikte yapıyor, her yere birlikte gidiyor, sürekli aynı evde kalıyor, hatta aynı yatakta sarılarak uyuyorlar. Yapışık ikizlerimizin arkadaşlığı belli ki daha önce hiç sorgulanmamış, ve bu masumiyetini korumuş.
Yeni bir okul dönemine başlamaları, peşinde yeni arkadaş grupları ve yeni sosyal dengeler de getiriyor ve birbirlerini okulda bile bir kol mesafesinden uzak tutmayan Léo ve Rémi arkadaşlıklarının doğasını sorgulayan bir soruyla karşı karşıya kalıyorlar. Arkadaşlarından biri görünürde masum bir soruyla Léo ve Rémi’yi heteronormatif toplumla tanıştırıyor: ‘Siz ikiniz çift misiniz?’ Bu soru Rémi’nin pek ilgisini çekmese de Léo için bu an, Rémi’yle yakınlıklarını mümkün kılan perdenin aralanmasına yol açıyor. Léo bu sorunun ardından başına neler gelebileceğini biliyor; zorbalığa uğramaktan, dışlanmaktan korkuyor. Léo, Rémi veya ikisi birden herhangi bir noktada aralarında bir çekim olduğunu düşündüler mi? Kim bilir? Tek bildiğimiz bu ilk heteronormatif sosyalleşme deneyiminin Léo'yu Rémi ile olan arkadaşlığını gözden geçirmeye ittiği.
Léo okulda Rémi’den uzaklaşmaya başlıyor, kendine yeni ve beklentilere uygun bir arkadaş grubu ediniyor, hatta hokey takımına bile katılıyor ve yeni sosyal çevresinin normlarına uymak adına her geçen saniye Rémi’den uzaklaşıyor. Léo modern dünyada bir erkek olmayı öğreniyor ve bununla gelen normlardan biri başka erkeklerle kurduğun fiziksel teması kısıtlamak üzerine kurulu. Belki biraz vulgarca ama Léo bu şartları yerine getirmek için Rémi’yle arasını iyice bozuyor. Ta ki bir gün, Rémi’nin gelmediği bir okul gezisinin dönüşünde kötü haber Léo’ya ulaşana kadar: ‘Rémi artık aramızda değil.’
Rémi’nin intiharı bizi de en az Léo kadar şaşırtıyor ve filmin geriye kalan bir saati aşkın süresi boyunca ne hissedeceğimizi bilmeden Léo’nun suçlulukla baş edişini izliyoruz. Dambrine’in anlamlı bakışları ve uzun sessizlikleri de ne hissetmemiz gerektiği konusunda izleyiciye pek yardımcı olmuyor. Léo’ya duyduğumuz eşzamanlı öfke ve sempati yüzünden salonda rahat edip oturmak bile kolay olmuyor. Léo’yu filmin ana karakteri olarak görmeye ve sempati duymaya devam etmek istesek de onu affetmeden bunu yapamıyoruz. Olayları dışarıdan gören bir izleyici rolünden çıkıp Léo’yu affetmesi gereken birkaraktere dönüşüyoruz adeta. Filmin gidişatını hesaba katınca tüm bu hissettiklerimizin ise Dhont’un bilinçli seçimleri olduğunu varsaymak yersiz olmaz.
Bu noktada bana hak vermeyip Léo’yu izlemeye devam edebilmiş, filmi herhangi bir suçlu psikolojisi filmi olarak nitelendirmeyi tercih edenler olacaktır. Ama bana kalırsa Close, ana karakteri Rémi olsaydı son derece klasik bir ‘bury your gays’ filmi olabilirdi, Léo da her ekrana çıktığında göz devirdiğimiz bir karakter olmaktan öteye gitmezdi. Peki ekranda en çok kimi gördüğümüz hangi noktada filmi 180 derece döndürüp Léo’ya öfkelendiğimiz bir filmden Léo’yla empati kurduğumuz bir suçluluk filmine dönüştürebiliyor?
Dhont’un Close’la yaptığı şey dikkatlice hazırlanmış bir illüzyon. Seyirciyi olay akışını izlemesi için koyduğu nokta o kadar alışılmadık ve o kadar rahatsız edici ki, seyirci olarak filmin ortasında nereye bakacağınızı, ne yapacağınızı, kiminle empati kuracağınızı bilemez hale geliyorsunuz. Kendinizi nereye koyacağınıza karar veremiyorsunuz.
Öyle ki Léo hakkındaki hislerimizin karışıklığı içinde en kolay empati kurabildiğimiz sahne filmin sonlarına doğru, Léo arabada Rémi’nin annesi Sophie’ye olanların “kendi suçu” olduğunu itiraf ettiğinde yaşanıyor. Kadın şaşkınlığıyla Léo’yu arabasından kovduğunda onunla kurduğumuz empatiyi belki de filmde başka kimseyle kurmuyoruz. Bu sahneyi izlediğimizde hissettiklerimiz, Dhont’un illüzyonunun ne kadar güçlü ve başarılı olduğunu da kanıtlıyor aslında.
Bu illüzyonun bir diğer aşaması da karakterlerle bağ kurmamızı sağlamak için oynanmış küçük bir oyun. Close bize karakterleri hakkında o kadar az şey anlatıyor ve gösteriyor ki, elimizde olmadan boşlukları doldurmaya başlıyoruz. Çocuklar okulda günlerini nasıl geçiriyor? Rémi okulda zorbalığa uğruyor mu? Karakterlerimizin biri diğerinden hoşlanıyor mu? Bilmiyoruz. Bilmediğimiz için de başlıyoruz o boşlukları kendi travmalarımız ve deneyimlerimizle doldurmaya. Kuir olsun olmasın, hangimiz hayatında en azından bir kere kendini heteronormativite yüzünden değiştirmedi ki?
Rémi’ye dair boşlukları doldurmanın en aklıselim yolu oldukça aşikar. Rémi çok fazla arkadaşı olmayan, okulda zorbalığa uğrayan, içine kapanmaya zorlanmış bir çocuk. Yönelimine dair hiçbir şey söylenmese de çok yoğun kuir tandanslar taşıyor. Hayatındaki zorluklara göğüs germekte elindeki en büyük silahı Léo, o da tekrar yalnız bırakılana kadar. Kendi başına kaldıktan sonra Rémi’nin hayata yeniden adapte olması için görünürde hiçbir yol yok. Tüm bunların yanında Rémi muhtemelen Léo’yla arasının neden açıldığına da anlam veremiyor ve hayatını yaşamaya değer kılan belki de en önemli şeyi kaybetmenin ağırlığı altında eziliyor.
Öte yandan biz, Léo’nun Rémi’nin yaşadıklarını kendi de yaşama korkusuyla böyle davrandığını biliyoruz. Özellikle de filmin Rémi’nin yaşadığı zorlukları göstermek yerine bize kafamızda kurdurtması Léo’ya hak vermemizi zorlaştırıyor, hatta bizi Léo’ya karşı öfkelendiriyor. Filmin ana karakerine karşı hissettiğimiz bu duygu hiç organik değil, çünkü hem bir izleyici olarak hem de insan olarak görevimizin Léo’yu koruyup kollamak olduğu hissinden de sıyrılamıyoruz ne yaparsak yapalım.
Filmin kalanının ciddi bir kısmında Léo’nun suçluluğuyla savaşırken bir yandan da yeni arkadaş çevresine ayak uydurmaya çalıştığını izliyoruz. Hokey oynarken, sohbet ederken, hayatının her anında kendini suçladığını görüyoruz. Bir yanımız perdenin içine atlayıp Léo’ya sarılmak istese de diğer yanımız Léo’nun bu yaşam için neleri feda ettiğini biliyor ve ona olan öfkemizin sönmesine engel oluyor. Rémi toplumdan kabul görme şansını çoktan kaçırdı, Léo ise bu fırsat için Rémi’yi arkada bırakabilirdi ve bıraktı da. Léo da biz de affetmek ve devam etmek arasında bir ikileme düşüyor ve içinden çıkmayı başaramıyoruz: Léo kendini affetmezse yaşamaya devam edemez, ama kendini affeder ve yaşamaya devam ederse de bunu Rémi’ye kötülük ederek edindiği ayrıcalıklarla yapması gerekecek.
Dhont filmin son sahnesine kadar bu ikilemden çıkamayacağımızı bize hissettirdikten sonraysa cevabı çok net bir şekilde gösteriyor hepimize. Sophie ve Léo arabada konuşurlarken biz çaresizlik içinde tepkisiz kalıyoruz ve bizimle aynı çaresizliğe kapılmış bir kadının herhangi bir tepki verebilmesi adeta bir katarsis yaşatıyor hepimize: ‘Arabadan in!’
Travmalarla yüzleşmek, ‘suçluları’ affetmek her birimiz için o kadar zor ki aslında… Çoğu zaman istemsiz bir boş verme hissi ile karşılıyoruz ve bu sorumlulukları, unutuyoruz bile. O an hiçbir şey yapmamak bize çok daha kolay geliyor, ve uzun vadede zaman yaralarımızı iyileştirir sanıyoruz. Unutuyor ve affettiğimizi zannediyoruz. Halbuki birilerini affedebilmek, yaşadıklarımızı atlatabilmemiz için önce öfkelenmemiz lazım. Belki de bu yüzden, Sophie o arabadan indiğinde ve koşarak Léo’yu bulup ona sımsıkı sarıldığında onunla birlikte biz de affetmeyi hatırlıyoruz. Kadınla birlikte Léo’yu affediyor, Léo’nun da kendini affetmesine izin veriyoruz. Çünkü Léo kendini suçlamakta haklı olsun ya da olmasın, günün sonunda ne yapması gerektiği çok açık. Rémi’yle olanlara rağmen yaşamaya devam etmeli. Rémi’yle olanların hatrına yaşamaya devam etmeli. Ne o ne de biz, bunu kabul etmeden önümüze bakamayız.
Comentarios