Bu yazı ilk olarak bü'de kadın gündemi'nin 35. sayısında yayımlanmıştır.
Yazı: Aysu Yumuşak, Elçin Özçelikel, Melisa Telli, Zeynep Nisan Günç
Sally Potter’ın, Virginia Woolf’un aynı adlı romanından uyarladığı 1992 yapımı Orlando filmi, dört yüz yıl boyunca hiç yaşlanmadan yaşayan İngiliz aristokratı Orlando’nun hayatını anlatıyor. Yaşamına bir erkek olarak başlayan Orlando yüzyıllar sonra bir gün kadın olarak uyanıp hayatına devam eder. Film, değişen yüzyıllarda değişen toplumsal cinsiyet normlarını gözler önüne sererken cinsel kimlik ve cinsiyetsizlik gibi konuları tartışmaya açıyor. Hikaye; bir yandan tarihsel bir akış içinde ilerlerken bir yandan da ölüm, aşk, politika, cemiyet, seks, doğum adlı temalardan oluşan yedi farklı bölüm üzerinden anlatılıyor. Yaz dönemindeki temel feminizm okumalarında cinsellik ve beden politikalarını tartıştığımız haftada izlediğimiz bu filmi toplumsal cinsiyet perspektifiyle incelemeye çalışacağız. Orlando’nun cinsiyet değiştirmesini bir dönüm noktası olarak alacağız ve filmde erkekliğin ve kadınlığın nasıl ele alındığını yorumlayacağız. Yazı boyunca filmdeki tarihi akışı takip edeceğiz.
Erkeklik
Orlando ilk sahneden itibaren görüntüsü ve tavırlarıyla izleyicinin ona bir cinsiyet atfetmesini engelleyen androjen[1] ve yaşlanmayan özel bir karakter olarak çizilir. Onu özel alanında tek başına izlediğimiz anlarda cinsiyetini anlamak neredeyse imkansızdır. 17. yüzyıl boyunca erkek, sonraki yüzyıllarda ise kadın olduğunu daha çok toplum içindeki konumlanışından anlarız. Orlando’nun ilk erkeklik performansını, filmin 1610 yılında başlayan “aşk” bölümünde, Rus Büyükelçisinin kızı Sasha ile olan karşılaşmasında görürüz. Bir nişanlısı varken Sasha’ya âşık olan Orlando, cinsiyetine dair oluşan belirsizliği yok eder; çünkü bu ilişkide tam anlamıyla bir “erkektir” ve erkekliğin getirdiği davranışları uygular. İngiltere’ye kısa bir süreliğine gelen Sasha, güzelliğiyle birçok erkeği etkileyen güçlü ve zeki bir kadındır. Orlando, diğer erkeklerle girdiği rekabetten galip çıkarak Sasha’yı etkilemeyi başarır. Nişanlısını herkesin gözü önünde küçük düşürerek aldatır. Erkeklerin aldatmasının toplum tarafından kabul edilebilir görüldüğü düşünülürse Orlando’nun bu tavrı erkekliğini pekiştirmiştir. Romantik ilişkilerdeki eril tavra uygun olarak Sasha’yı kendine ait bir mülk olarak görür. Onu başka bir erkekle gördüğünde aldatıldığını sanıp erkeğe saldırır. Onunla ilişkisini, “Sen benimsin.” repliğiyle aidiyet üzerinden ifade eder; ancak Sasha onun için kendi hayatından vazgeçmez. Bu reddediliş Orlando’nun erkekliğine bir darbedir. Filmin 1650’li yıllarda geçen “şiir” bölümünde Orlando’nun kişiliğine dair ikinci bir darbe aldığı söylenebilir. Bu bölümde Orlando yazdığı şiirlerine yorum almak için dönemin ünlü yazarlarından biri olan Nick Greene ile görüşür. Sasha ile olan ilişkisinde ataerkil erkeklik rolünü hiç sorgulamadan uygulayan Orlando, bir erkek olan Greene ile karşılaştığında ise güçlü bir konuma gelebilmek için sınıfsal üstünlüğünü kullanmaya çalışır. Greene, Orlando’nun yazdığı şiirleri eleştirmekle kalmaz, şiirlerine yazdığı bir hiciv ile karşılık verir. Sasha’yla olan ilişkisinde erkekliğini kullanarak galip gelemeyen Orlando, Greene ile olan ilişkisinde de sınıfsal üstünlüğünü bir güç olarak kullanamaz. Uzun süredir istediği şeyleri elde edememiş olan, toplumsal konumunun getirdiği “avantajları” istese dahi kullanamayan Orlando’yu erkek olarak son kez 1700’lü yıllarda geçen “politika” bölümünde izleriz. Toplumun erkeklik algısına bir türlü ayak uyduramayışını en açık haliyle bu bölümde görürüz. Sasha’nın terk edişi ve Greene’in heves kırıcı ve küçük düşürücü tavırları üzerine edebiyata küsen Orlando, bir nevi kaçış olarak doğuda elçilik yapmaya gider. Kendisine oldukça yabancı olan bu yerde karşılaştığı sert ve savaşçı erkeklerin karşısında bir erkek olarak toplumsal normlara uymakta çok zorlanır. Bu çatışmayı en net şekilde gittiği yerin Han’ı ile olan diyaloglarında görürüz. Han ile ilk karşılaştıkları ve karşılıklı içki içtikleri sahnede hem alkole dayanmakta zorlanır hem de Han’ın savaşmayı ve yiğitliği yücelten sözlerine karşılık vermekte eksik kalır. En sonunda kadehini “erkekçe erdemlere” kaldırsa da güçsüz tavrı söylediklerine bir tezat oluşturur. İngiltere büyükelçisi olarak dikkate dahi alınmaz. Orlando’nun asilzade sınıfına yükselişini kutlamak için bir tören organize edilir ama kimse katılmaz. Erkeklikle olan derdini apaçık ortaya koyan sahne ise savaş sahnesidir. Elçilik yaptığı sırada bulunduğu yerde bir savaş çıkar ve Han, İngiliz birliklerinin savaşta onlara yardım etmesini ister. Sadece Han’ı karşısına almamak için dâhil olduğu bu savaşta Orlando ölmek üzere olan bir adam görür. Orlando tam adama yardım edecekken o kişinin düşman olduğu ona hatırlatılır. Savaşın kuralları ile insani değerleri çatışan Orlando o an erkek olmaktan vazgeçer ve yedi günlük bir uykuya dalar. Orlando’nun kadın olarak doğuşu Orlando uykusundan bir kadın olarak uyanır. Onu bu sahnede çıplak ve Boticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” adlı tablosunu andırır bir şekilde görürüz.[2] Film boyunca birçok tabloya atıfta bulunan yönetmen, Orlando’nun kadın olarak doğuşu ile Venüs figürünün doğuşunu birbiriyle yeniden var olma teması üzerinden ilişkilendirmiştir. Orlando aynadaki çıplak görüntüsüne bakıp kendini ilk defa olduğu gibi görür.
Yeni cinsiyetiyle ilk karşılaşmasında Orlando bu durumu hiç yadırgamaz. Henüz bir kadın olarak topluma karışmamış olan Orlando, tıpkı erkekken olduğu gibi kendisiyle baş başa kaldığı anlarda toplumun ona ve cinsiyetine yüklediği sorumluluklardan uzaktır ve dolayısıyla huzurludur. Daha önce de belirttiğimiz gibi kendi özel alanındayken cinsiyetsiz bir kimliğe sahiptir. Dönemin kadın kıyafetlerini giydiği anda cinsiyetinin değişmesinin getirdiği sonuçların farkına varmaya başlar. Saçmalık derecesinde büyük ve rahatsız olan elbisesiyle toplumun bir kadından beklediği zarafetten uzak bir şekilde koridor boyunca yürür. Filmin ilerleyen sahnelerinde Orlando’nun yaşadığı yüzyıllar boyunca giydiği elbiselerin küçülüp daha rahat boyutlar aldığını, hatta 1990’lara gelindiğinde dönemin erkek kıyafetlerinden neredeyse ayrışmayacak şekilde giyindiğini görürüz. Bu da bize toplumsal cinsiyetle bütünleşmiş olan kıyafet algısının yüzyıllar boyunca değiştiğini ve en sonunda cinsiyet ayrımına varılmayacak bir hale gelebildiğini gösterir. 1750’li yıllarda geçen “cemiyet” bölümünde Orlando bir kadın olarak ilk defa toplum içine çıkar. Bu bölümden başlayarak Orlando, erkek olduğu dönemle kadın olduğu dönemde karşılaştığı tepkilerin nasıl değiştiğini fark etmeye başlar. Dönemin aydınlarının bir araya gelip edebiyat hakkında sohbet ettikleri cemiyette kadınların şiir yazamayacağı ya da entelektüel faaliyetler yürütemeyeceği üzerine bir sohbet döner. Bu sözlerin ortamda Orlando dahil başka kadınlar da varken söylenmesinde hiçbir beis görülmez. Dönemin aydınları kadınlara yeterli değeri verdiklerini düşünseler de onları açıkça aşağılarlar. Orlando erkekken şiir yazma denemelerinde olumsuz sonuçlar aldığında ve yaptığı iş aşağılandığında bu durumun peşine düşmez ve yenilgiyi kabul eder. Kadın olduktan sonra herhangi bir işi yapma isteği, potansiyeli ve ihtimali aşağılandığında Orlando kendisini ve cinsiyetini daha güçlü bir şekilde savunabilir. Kadın olduktan sonra Orlando tüm mal varlığını kaybeder; çünkü o dönemlerde kadınlara mülkiyet hakkı tanınmaz. Hayatında cinsiyetinden başka hiçbir şey değişmemişken bir mülke sahip olması, evlenmesine ve erkek çocuk sahibi olmasına bağlı hale gelir. Zaten her iki durumda da mal varlığı kendi elinde değil hayatında yer alacak kocası ya da oğlu gibi erkeklerin elindedir.
Birinci memur: Bir: Yasal olarak ölü gözüktüğünüzden elinizde her- hangi bir mal tutamazsınız. Orlando: Ah, peki. Birinci memur: İki: Artık kadınsınız. İkinci memur: O da sonuçta aynı şeye denk geliyor.[3]
Orlando’nun kadın olduktan sonraki ilişkileri toplumsal cinsiyet normları ile şekillenir. Erkekken de tanıdığı Arşidük Harry, Orlando kadın olunca ona evlenme teklifi eder. Orlando, Harry’e erkekken Sasha’nın ona verdiği tepkinin aynısıyla cevap verir ve teklifi reddeder. Yani Orlando erkekken Sasha’ya “Sen benimsin” diyerek mülkiyetçi bir tavrın öznesi olurken kadın olduğunda bu tavrın nesnesi haline gelir. Arşidük ona “Ben İngiltere’yim ve sen de benimsin” der. Bu da bize devletleri yönetenlerin erkekler olduğu ve kadınların devlete ait gibi göründüğünü gösterir. Bu sadece mülkiyetçi bir tavır olarak değil aynı zamanda milliyetçi bir tavır olarak da okunmalıdır. Kadınlar milletlerin devam etmesini yani üremesini sağlayanlar olarak devletlere aittir. Fakat Orlando kadına mülk gözüyle bakan bu tavrı ve Arşidük’ü reddeder. Onu reddetmesi doğrudan mal varlığını elinde tutmaya dair en büyük şansına sırtını dönmesi demekken Orlando sevmediği bir erkeği geri çevirir. Ancak karşılaştığı tepkiyi düşününce bunun kadın olarak vereceği mücadelenin yalnızca biri olduğunu görürüz.
Arşidük Harry: Sana evlenme teklif ediyorum.
Orlando: Ah, Arşidük! Çok naziksiniz! Ancak kabul edemem.
Arşidük Harry: Ama… Ama ben İngiltere’yim. Ve sen de benimsin.
Orlando: Anlıyorum. Hangi gerekçeyle?
Arşidük Harry: Çünkü sana tapıyorum.
Orlando: Bu size ait olduğum anlamına mı geliyor?[4]
1850’li yıllara geldiğimiz “seks” bölümünde Orlando’nun karşısına gezgin bir Amerikalı olan Shelmerdine çıkar. Shelmerdine ile olan ilginç ilişkisinde Orlando’nun çok mutlu ve özgür olduğunu görürüz; ancak ayağını yıkayarak Shelmerdine’e hizmet eder. Orlando erkekken genelde onu yakından çekmeyi tercih etmeyen kamera, kadın olması ve cinselliğini keşfetmesiyle birlikte onu daha çok parlayan cildi ve vücudunun kıvrımlarıyla resmetmeye başlar. Bu da Avrupa yağlı boya resim geleneğinde kadınların çıplak seyirlik nesneler olarak resmedilmesine gönderme olarak okunabilir. Orlando ile Shelmerdine arasında geçen diyaloglar toplumsal cinsiyet normlarına dair oldukça ilginç yorumlar içerir. “Gerçek kadın ve gerçek erkek” olmaktan bahsettikleri sahnede dönemin normları ile ters düşen yorumlar yaparlar. Gerçek kadının çocuklarının annesi olan ya da gerçek erkeğin savaşan olduğu görüşünün aksine insanların istedikleri şeylerin peşinden gitmeleri gerektiği üzerine konuşurlar. Bu diyaloglardan bireylerin ancak kendi arzuladıkları yollardan gidip kendi seçimlerini yaptıkları zaman gerçek kimliklerine kavuşabilecekleri yorumunu yaparız. Shelmerdine ne kadar güçlü ve özgür bir erkek olarak çizilmiş olursa olsun cümlelerindeki imalardan cinsiyetine dair net çıkarımlar yapmanın yanıltıcı olabileceğine dair fikirler elde ederiz. Bu da bize Orlando’nun cinsiyetsizliğini hatırlatır. Shelmerdine sık sık özgür bir gelecek hayalinden bahseder. Bu hayalin sürekli özgür bir gelecek ve mutlu “yarınlar” vaat eden “Amerikan Rüyası” ile paralelliğini fark ederiz. Orlando’nun ayrılmadan hemen önce Shelmerdine’e yönelttiği “Senin şu geleceğin, Shelmerdine, ne zaman başlayacak? Bugün mü? Yoksa hep yarın mı?” sorusundan yola çıkarak “Amerikan Rüyasını” da sorgularız. Shelmerdine Orlando’ya evini ve hayatını bırakıp onunla Amerika’ya doğru yola çıkması teklifinde bulunur. Fakat Orlando köklendiği topraklardan vazgeçmeyip Shelmerdine’e de kalmayı teklif ederek kendi hayatını seçmiştir. Hem Orlando’yu hem de Shelmerdine’i ayrılma anlarında kendi kararlarını veren ve birbirinden gülümseyerek ayrılan iki insan olarak görürüz. Erkekken Sasha’dan ayrıldıktan sonra yedi günlük uykuya dalan Orlando Shelmerdine ile ayrıldığında daha güçlüdür. Özgürlüğünü ve iradesini aşkına tercih etmiştir. Orlando: Eğer erkek olsaydım… Shelmerdine: Sen mi? Orlando: Belirsiz bir sebep için hayatımı riske atmazdım. Özgürlüğün ölümden kazanılmış olması önemli değildir. Aslında… Shelmerdine: Gerçek bir erkek olmamayı da seçebilirsin. Eğer bir ka- dın olsaydım… Orlando: Sen mi? Shelmerdine: Çocuklarım için hayatımı feda etmemeyi tercih edebilir- dim. Ne de torunlarım için ne de dişilere lütuf edilen süt içinde boğul- mayı. Onun yerine yurt dışına çıkardım. İşte o zaman… Orlando: Gerçek bir kadın mı olurdun?[5]
Shelmerdine ile olan sahnelerde kullanılan makine sesleri ve buhar efektleri sanayi devriminin habercisidir. Tarihsel bir çizgiyle ilerleyen filmde bir sonraki sahne Birinci Dünya Savaşı’nı ve etkilerini göstermektedir. Bu sahnede Orlando hamile bir kadın olarak savaş yıkıntılarının ve patlayan bombaların arasında yürümektedir. Bu sahne kadınların savaşlardan ne kadar etkilendiğini vurgulamak amacıyla konulmuş olabilirken, daha sonraki sahnelerde Orlando’nun bir kadın olarak iş hayatına dahil olabilmesi savaşlarla azalan erkek nüfusu ve endüstri devriminin yarattığı daha fazla iş gücü ihtiyacı ile kadınların toplumsal hayata daha çok dahil olduğu tarihsel süreci bize hatırlatır. 1990’larda geçen “doğum” bölümünde Orlando endüstrileşmiş toplumda bir yazar olarak karşımıza çıkar. 1600’lerden beri birçok olaya şahit olan Orlando’nun doğuya gitmesi, cinsiyet değiştirmesi gibi deneyimleri onu olgunlaştırmıştır. Yüzyıllar süren yazarlık/şairlik denemesini sonunda nihayete kavuşturabilmiştir. Yazdıklarının basılacağını öğrenir ancak yazdıklarını mutlu sonla bitirerek yeniden yazması istenir. Artık bir yazar olabilmiştir ancak fiziksel olarak Orlando’nun görüntüsü daha cinsiyetsiz, “kadınsılıktan” uzaktır. Cemiyette kendini kabul ettirmeye çalışan Orlando ile şu anki Orlando’ya baktığımızda zaman içerisindeki toplumsal değişimin onu cinsiyetsiz bir noktaya getirdiğini en somut şekliyle kıyafetlerindeki değişimde görürüz. Cinsiyetinden ve toplumsallığından yaşadığı uzaklaşma görüntüsüyle somutlanmıştır. Orlando, cinsiyetinden uzaklaştığı ölçüde yazarlığa ve başarıya yaklaşmıştır. Filmin son sahnesinde Orlando yalnız bir anne olarak karşımıza çıkar. Kız çocuğu sahibi olduğunu öğrenmemizle mülkiyetini kaybettiği çıkarımını yaparız. Kızıyla evine geri döndüğünde Orlando’nun söylediklerine bakarsak: “400 yıl yaşadı ve bir gün ancak yaşlandı. Burası İngiltere olduğu için herkes farkında değilmiş gibi davranıyor. Ancak o değişti. Artık kaderine mahkum değil ve geçmişi kafasına takmayı bıraktığından beri hayatının yeni başladığını fark etti.” sözündeki öznenin yalnızca Orlando değil genel olarak tüm kadınlar olduğunu anlarız. Yani sadece Orlando değil tüm kadınlar yüzyıllar içinde mülkiyet sorunu ile karşılaşmış, cemiyetler içinde aşağılanmış, yeni yeni toplumda var olabilmeye başlamış ancak bunun nasıl bir varoluş olduğunu sorgular hale gelmişlerdir. Filmde Orlando’nun kendisinden “o” [she][6] olarak bahsettiği tek yerin burası olması da bu hissiyatı güçlendirir. Yeni başlayan hayatından bahsederken de kızını görmemiz; aslında Orlando’nun biriktirdiklerinin, anılarının, deneyimlerinin ve bilgilerinin aktarıldığını bize anlatır. Film, Orlando’yu kamerayla çeken kızının gözünden biter. Kızını Orlando’nun neslini ve deneyimlerini devam ettirecek ve “geleceği” imleyen bir öğe olarak kabul edersek film biterken izleyici bu birikimi devam ettirecek olan kızının yerine konuyor diyebiliriz. Yani Orlando’da yaklaşık 200 yılda birikmiş kadınlık deneyimi seyirciye aktarılarak devam eder.
Sonuç
“Erkekler davrandıkları gibi kadınlarsa göründükleri gibidir.”[7] John Berger’in Görme Biçimleri adlı kitabında sanatta kadın ve erkek algısını incelerken kullandığı gözleyen ve gözlenen kavramlarında[8] hareketle Orlando’nun yabancılaştırma etkisi oluşturacak şekilde kameraya baktığı anlar onun gözlenen konumuyla gözleyen konumu arasındaki gidiş gelişlerine dikkat çeker. Berger kadın olarak doğmanın erkeklerin mülkiyetinde olan özel bir çevrede doğmak olduğunu, bu durumun kadınların toplumsal kişiliklerinin gelişmiş olmasını sağladığını; fakat bunun da ancak kadınların öz varlıklarının ikiye bölünmesi pahasına olduğunu söyler. Kadınlar hiç durmadan kendilerini seyretmek zorundadır. Çocukluğunun ilk yıllarından başlayarak kadınlara hep kendi kendini gözlemlemesi ve bunun gerekliliği öğretilmiştir. Böylece kadının içinde gözleyen ve gözlenen kişilikler oluşur. Erkekler ise toplumda gözleyen konumundadır. Bu yorumla birlikte kamera çekimlerinin Orlando’nun erkekliği, gözleyen ve gözlenen kadınlığı arasındaki gidiş gelişlerinden bahsedebiliriz. Bu gidiş gelişler onun hayatında bazı sorunlar yaratır. Orlando’nun erkekken zorlandığı noktalar -her ne kadar onu filmin ilk yarısında çok fazla “erkekçe” eylemlerde bulunurken görsek de- aslında toplumsal erkeklik rollerine uyum sağlayamadığı noktalardır. İlişkilerindeki mülkiyetçi davranışları ve sınıfsal konumunu kullanmaya çalışması ona istediği iktidarı vermez. Orlando toplumun ondan beklediği gibi bir erkek olamaz. Bunu takiben yedi günlük uykusundan kadın olarak uyandıktan sonra da toplumun kadınlara biçtiği kalıplara sığamaz. Nesne değildir, hayatına dair kararları kendisi verir. Kadın olarak kendini daha güçlü ifade eder ve kadınlığını keşif süreci yaşar. Bu da sadece ona özgü bir keşif hikayesi değildir, tüm kadınların tarihsel olarak özneleşme hikayesidir.
[1] Herhangi bir cinsiyet atfedilmedesini engelleyen cinsiyetsiz bir görünüş kastedilmektedir. (y.h.n.) [2] Önder Şenyapılı, Rönesans ve Sonrasında Sanat ve Cinsellik Seksin Yeniden Doğuşu, İstanbul: Boyut Yayın Grubu, s.31-36. [3] Sally Potter, Orlando, 1992. [4] A.g.e. [5] Orlando (film), 1992, Sally Potter. [6] Sadece “o” anlamında değil, kadın cinsiyetini ifade etmek için de kullanılır. [7] John Berger, Görme Biçimleri, İstanbul: Metis Yayınları, 2018, s.47 [8] “Erkekler kadınları seyrederler. Bu durum, yalnız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkileri değil, kadınların kendileriyle ilişkilerini de belirler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye -özellikle görsel bir nesneye- seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur.” John Berger, Görme Biçimleri, 1972.
コメント