top of page
  • Yazarın fotoğrafıFeyzullah Ünnü

17. İŞÇİ FİLMLERİ FESTİVALİ’NİN ARDINDAN



Bu yıl 17.si gerçekleşen İşçi Filmleri Festivali 2 yıl aradan sonra kısmen de olsa yüz yüze gerçekleşti. Salonlarda gösterilmeyen filmler ise festivalin youtube kanalında yayınlandı. Tamamen gönüllülerin emekleriyle gerçekleşen ve tamamen ücretsiz olan festivale bu yıl da farklı kesimlerden büyük ilgi vardı. Prömiyerini daha önce yapmış ve seyirciler tarafından beğenilmiş Çatlak, İki Şafak Arasında ve Merhaba Canım gibi yerli uzun metraj filmlerin yanı sıra toplumsal sorunlara dokunan Vesikalık, Şakha ve Acil Çırak Aranıyor gibi kısa metraj filmler oldukça ilgi çekiciydi. Bununla beraber festivalin en heyecan verici taraflarından biri yabancı belgesel seçkisiydi. Festival, çok ilginç ve zengin belgesel seçkisinde pek bilmediğimiz yerlerden belki de hiç duymadığımız hikayeleri kendine farklı tarzlarla izleme imkanı sağladı. Bu yazının konusu da belgesel seçkisinde dikkat çeken Boramey, Sacrifice ve Stolen Fish olacak.



BORAMEY: GHOST IN THE FACTORY


Kamboçya’da her yıl yüzlerce kadın iş yerlerinde çalışırken bayılıyor. Bazıları bireysel düzeyde kalsa da bazı vakalarda bayılanları gören diğer kadın işçiler kitlesel olarak bayılma geçiriyorlar. Sayısı onlara yirmilere çıkan bu kitlesel bayılmaların birinde aynı anda tam 70 işçinin bayıldığını görmek mümkün. Kimileri bu bayılma vakalarını kötü çalışma koşullarına bağlarken yerel halk ve bayılan kadınlar aynı fikirde değil. Ülkede hala devam eden ruhların insanları ele geçirebildiği ve öfkelenince zarar verdiği inancı Kamboçya toplumunda yaşananları açıklama yöntemi olarak kullanılıyor. Yönetmen Tomasso Facchin bu ikinci belgeselinde kamerasını iş yerlerinde bayılan üç kadının hikayesine; Sreyra, Ponler ve Srey Ven’e çeviriyor.


Belgesel bu bayılmaların ve inanışın kökenlerine ya da bilimsel nedenlerine girmekten çok kadınların bu yaşananları deneyimleme şekilleri ve sonrasındaki hayatlarına odaklanıyor. Bunu yaparken de bireylerin kişisel ve aile ortamlarına giriş yapıyor. Görülen kötü rüyalar ve yaşanan hastalıklar kişilerde bu doğaüstü deneyim inançlarını arttırmış halde. Bu nedenle adak adayıp kendi inançları çerçevesinde dua ederek korunma çabasındalar. Toplumda da bayılanlara karşı pek iyi gözle bakılmadığını görüyoruz. Bayılan bir kadının düşen ayakkabısına kadın iyileşip işe dönünceye kadar kimse dokunmamış. Çünkü diğer kadınlar bayılanlardan hatta onların eşyalarından dahi korkuyorlar, kötü ruhların kendilerine geçip zarar vereceklerine inanıyorlar. Bu da bayılan kadınların sosyal ortamlarda mimlenip dışlanmasına hatta işten çıkarılmasına neden oluyor.


Yönetmen Tomasso Facchin Kamboçyalı kadın işçilerin bayılma deneyimlerini ve sonrasındaki yaşamlarını aktarırken kendi deyimiyle ‘doğaüstünün objektifi’ni seçiyor. Kamboçya’nın vahşi, ıssız ve tekinsiz doğasıyla içi içe geçmiş şehir yaşamını birlikte yakalıyor. Ağaçların arkasında saklanan fabrikaları, tepenin ardında kalmış binaları veya büyük tesislerin dibindeki otlaklarda otlayan, gezinen hayvanları görebiliyoruz. Tercih edilen mekanların çoğunlukla boş ve terk edilmiş havası içerisinde olması yakalanmaya çalışılan doğaüstü atmosferi güçlendiren unsurlardan. Bu atmosferi güçlendiren bir diğer nokta ise müzik ve ses tercihleri. Yerel müziklerin ve kullanılan seslerin mistik havası doğaüstünü hissetmemizi sağlıyor. Sahip olduğu ilginç konusu, yaklaşımı, sinematografisi ve atmosferiyle Boramey baştan sonra ilgi çekici.



SACRIFICE


Sacrifice, dünyanın en zehirli noktasına 2 bin 800 metre yükseklikteki İjen dağına yapılan zorlu bir yolculuğun öyküsü. Ölüm dağı olarak bilen İjen’deki madende çalışan tek kadın olan Nanda Maryani’nin zorlu ilk günü. Daha önce madende çalışan ve hastalanan eşinin ardından artık fedakârlık zamanının kendisinde olduğunu düşünen Nanda, eşinin ve çevresinin tüm uyarılarına rağmen bu zorlu yola çıkar. Temizlikçilik ve pazarcılık yapmak yerine daha fazla para kazanıp hem eşini iyileştirmek hem de çocuklarının geleceğini inşa etmek isteyen Nanda dağın bitmek bilmez yokuşlarında dinlene dinlene ve bazen de yolu bitirememe endişesiyle devam ediyor. Bu yolculuk devam ederken paralel olarak Nanda’yı bu yolculuğa iten sebepleri, çevresindeki insanları ve bölgedeki kadınların iş sıkıntısını izliyoruz. Karşılaştığı turistlere ‘’Neden buraya geliyorsunuz’’ diye kızan Nanda’nın ekonomik mecburiyet için canını tehlikeye atışı ile hobi olarak gelen turistlerin gezisinin acı zıtlığının da altı çiziliyor. Madene indiğimizde yorgunluktan bitap haldeki Nanda’yı kayalar ve zehirli duman içinde sülfür madeni toplamaya çalışırken görüyoruz. Hem madende hem de madene yolculukta kamera İjen dağı coğrafyasının sahip olduğu tüm zorlukları yakalıyor: karanlık, dik yokuşlar, uçurumlar, kayalıklar ve zehirli sülfür dumanı. Olanca kuvvetiyle günü tamamlayıp topladığı sülfürü satmaya geldiğinde Nanda fark ediyor ki saat sabahın beşinden akşama kadar yaptığı yolculuktan kârı masraflarını karşılayacak noktada dahi değil. Hayal kırıklığına uğrasa da bir an bile şüphe etmeden çalışmaya devam edeceğini söyleyen Nanda, cesaretini ve fedakarlığını onurla taşıyarak eşiyle beraber yoluna devam ediyor.



STOLEN FISH


Batı Afrika’da yabancılara ait 50’den fazla balık unu fabrikası bulunuyor. Bu fabrikaların temel işlevi Batı Afrika kıyılarındaki balıkları balık ununa dönüştürüp Çin ve Avrupa Birliği ülkelerindeki endüstriyel çiftliklere hayvan yemi olarak ihraç etmek. Bu da temel beslenme ve ekonomik kaynağı balıkçılık olan birçok Afrika ülkesine büyük zarar veriyor. Yönetmen Malgorzata Juszczak kamerasını bu problemi derinden yaşayan Gambiya’ya çeviriyor. Temel kaynağın balıkçılık olduğu ülkede Çinli teknelerin aşırı avlanmaları sebebiyle deniz artık eski deniz değil. “Önceden üç veya beş saatte avlanmamı bitirmiş olurdum ancak şimdi bazen bir haftada dahi yeterince balık tutamıyorum.” diyor Gunjur Limanı’nda balıkçılık yapan Abou. Ve limanın istilasının yerel halk için ne kadar hayati öneme sahip olduğunu gözler önüne seriyor. Yaşamın artık eskisinden de zor olduğu Gambiya’da birçok kişinin tercihi, yerel halkın “taking the backway” dediği kaçak yollarla Avrupa’ya gidiş. Abou ve Paul’un kendilerinin ve çevresindekilerin deneyimlerini anlatırken görüyoruz ki gidiş de aynı kalış gibi hiç de kolay değil. Avrupa’ya gidiş yolunda Libya’da tutuklanıp 1,5 yıl hapis yatan Paul, tutuklanan, işkence gören ve gemisi battığı için konteynırlarda can veren arkadaşlarından bahsediyor. İki ölüm arasında hayatta kalmaya çalışan insanları görüyoruz. Tüm hikâyeyi anlatırken yönetmen Malgorzata Juszczak, ne didaktik oluyor ne de belgeseli bir röportajlar serisine çeviriyor. İlk dakikadan beri Gunjur Limanı’na, sahile, balıklara, balıkçılara insani bir noktadan yaklaşıp onların sorunlarını dramatize etmeden tüm çıplaklığı ile sunuyor. Kamerasını mekanların içinde yerleştirişiyle bizi Gambiyalıların yaşamında bir yolculuğa çıkarıyor. Belgesel, tüm yaşanan yoksulluk ve aşırı avlanma sorunları ile ilgili yerel bir rap şarkısı ve fabrikaya balık yetiştirmek için koşuşturan yerliler ile kendini tamamlayan bir noktada sona eriyor.












Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page