top of page
Yazarın fotoğrafıŞevval Özbek

Sanat ve Aşkın Kesişimi: Portrait of a Lady on Fire

Portrait of a Lady on Fire, son yıllarda izleyici tarafından çokça beğeni toplayan ve kadınların iç dünyasını derinlemesine işlemesiyle ön plana çıkan bir eserdir. Céline Sciamma’nın yönetmenliğini yaptığı bu film, yönetmenin diğer eserlerinden gerek sinemanın görsel imkanlarını ustalıkla kullanması gerekse ulaştığı başarıyla ayrılır. Portrait of a Lady on Fire, denenmemiş biçimsel arayışların yoğun olduğu bir dönemde tüm bu kaygılardan uzak kalarak tüm sadeliği ile bize yeni bir anlatı sunar. Şimdiden Queer sinema tarihinde önemli bir yerde durduğu söylenebilecek olan Portrait of a Lady on Fire, Scimma’nın incelikli tutumuyla sinemada kuir temsile yeni bir boyut kazandırmıştır. 



 Céline Sciamma, önceki filmlerinde modern zamanların hikayelerini işlerken bu kez izleyiciyi 18. yüzyılda melankolik bir adaya götürür. Yönetmen, bu yolculuğu alışılagelmişin dışında bir sadelikle yansıtır. Bu sadelik, hem hikayenin hem de karakterlerin derinliğine inmemizi sağlar ve filmin sanatsal dokusunu daha da belirgin hale getirir. Filmin her sahnesi izleyicide adeta bir sanat eserinden çıkmış hissi uyandırır ve anlatım gücünü ve duygusal etkisini derinleştirir. Film, sanatsal temelini daha ilk sahnede ortaya koyar: Boş beyaz bir tuval ile başlayan anlatı, yavaş yavaş eklenen fırça darbeleriyle hayat bulur. Esasen Sciamma, bize abartıdan uzak, minimalist bir anlatım ile görsel dilin ne denli etkileyici olabileceğini izleyiciye bir kez daha hatırlatır.


Film, genç ve başarılı bir ressam olan Marianne’in, adada izole bir şekilde yaşamını sürdüren Héloïse’nin portresini yapma sürecini anlatıyor. Héloïse, istemediği bir evliliğe zorlanmakta ve bu portrenin de bu evlilik amacıyla yapıldığının bilincindedir. Bu nedenle, sürece hiç uzlaşmacı ve hoşgörülü yaklaşmaz, bu da Marianne’i portreyi gizlice yapmaya iter. Film boyunca kullanılan geniş ve açık kompozisyonlar karakterlerin yalnızlık ve izolasyon duygularını vurgularken, yakın çekimlerle içsel çatışmalarını ve duygusal yoğunluklarını gözler önüne serer. Tüm bu zorlu süreç sonunda, ikisi arasında güçlü bir bağ ve yasak bir aşk filizlenir. Film, 18. yüzyılda kadın olmanın ve insan olmanın anlamını, gösterişten uzak ama görkemli bir biçimde sorgulatırken filmin görsel mütevaziliği ve estetik zarafeti hikayenin melankolik ve dokunaklı yapısını daha da belirgin hale getirir. 



Marianne adaya doğru yaptığı yolculukta sonrasında içerisinde resim araçlarının olduğunu öğreneceğimiz bir kutuyu düşürür ve tüm dalgalara rağmen bir an bile düşünmeden suya atlar. Bu atlayış ve sonrasında adaya varışı Marianne için adeta bir yeniden doğuştur ve adadaki ilk gecesinde şömine başında çırılçıplak oturduğu sahne bunu açığa vurur. Özellikle filmin ilk yarısı boyunca karakterlerin içsel çatışmalarını yansıtan dalgalı deniz, Marianne ve Héloïse’nin ilişkilerinin gelişimiyle birlikte, alevlerle dolu bir şömineye dönüşür. Marianne ve Héloïse’nin arasındaki tutku ve aşk arttırça filmdeki ateşin yoğunluğu ve sıcaklığı da artar. 


Film yalnızca bu iki kadının aşkına değil, üç kadının yoldaşlığına da odaklanır. Evin hizmetçisi Sophie, bu dostluğa bir noktada dahil olur ve üçlü arasında yüzyıllardır devam eden kürtaj tartışmasıyla birlikte derinleşen bir mücadele başlar. Bu süreçte, aristokrat bir aileden gelen Héloïse ve bir ressam olan Marianne’in, Sophie ile aralarındaki sınıfsal fark üçlünün bir araya gelmesine engel olmaz. Karakterler sınıfsal farklarının ötesinde derin bir bağ geliştirirler ancak film sınıfsallığı bir kenara bırakmaz. Film, hem kadınların bedenleri üzerindeki hakları, hem de yasaklanmış aşklarının dokusunda iktidar ile olan mücadeleyi işler. 



Yönetmenin film müzikleri tercihi çok profesyoneldir. Hikayeyi göz önünde bulundurduğumuzda müzik kullanımının nicel olarak az ancak fazlasıyla stratejik olduğunu görürüz. Müzikal anlamda büyük önem taşıyan ilk sahne Marianne ve Héloïse'nin köy meydanında dinledikleri kadın korosudur. Bu sahnede karakterlerin içsel dünyalarına bir pencere açılır, aynı zamanda filmin temasını oluşturan aşk ve özgürlük temaları güçlü bir şekilde vurgulanır. Film boyunca şarkı duygusal yoğunluğu arttıran bir yardımcı karakterden çok anlatıma katkı sağlayan bir yapı taşıdır. Bu bağlamda, son sahnede bulunan müzikal sahnede çalan Vivaldi'nin "Dört Mevsim" adlı eserinin "Yaz" bölümü, karakterlerin içinde bulunduğu duygusal doruk noktasını yansıtır ve ikili arasındaki aşkın şiddetinin ve mutlak sonuçlarının habercisi olur. Bu sahne, karakterlerin duygusal yolculuklarını tamamladıklarını gösterirken izleyiciyi derinden etkileyen bir final sunar.



Son yılların dikkat çekici queer sinema eserlerinden biri olan Portrait of a Lady on Fire’da Héloïse ve Marianne’nin hikayesi, sıradanlıktan uzak dokunuşlarla ele alınırken queer sinemada sıklıkla rastladığımız eşcinsel ilişkilere layık görülen klasik trajedilere başvurulmadan içten bir anlatı kurulur. Kadınları ve kadın dünyasını anlatan bu eser erkekliğe dair bir anlatıdan uzakta konumlanır. Erkek karakterler yok denecek kadar azdır ve gördüklerimiz de aklımızda yer etmez. Hikayenin temelini oluşturan Marianne'in portresini tabuta koyan figür, belki de filmdeki tek önemli erkek tanıktır. Bu eserde Sciamma, gösterişsiz fakat çarpıcı bir anlatımla, izleyiciyi derinden etkileyen unutulmaz bir sinema deneyimi ile buluşturur.





290 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page