top of page
  • Meltem Özkan

Moonlight: Büyümeye Dair Öznel Bir Anlatı

Öznelerin temsiliyeti sinemada her zaman üzerine düşünülmesi gereken bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Moonlight, temelde bu temsiliyet şekillerinden birkaçı üzerine bir anlatı. Yönetmen Barry Jenkins ile bu hikayeyi ilk olarak In Moonlight Black Boys Look Blue isimli bir oyun olarak kurgulayan oyun yazarı Tarell Alvin McCraney, Miami’de aynı mahallede benzer hayatlar yaşamışlar. McCraney, kendi hayatından birçok iz taşıyan bir büyüme hikayesi anlatıyor. Bu hikayenin gerçekliği, Jenkins’in siyah maskülinite ve LGBTİ+ deneyimini aktarırken düşebileceği sembolik ve soyut bir anlatımla kısıtlı kalma hatasını önlemiş oluyor bir bakıma. Fakat bana kalırsa bu tehlikenin her daim farkında olmakta fayda var.


Jenkins, heteroseksüel bir erkek olarak kendisinin bu hikayeyi tam anlamıyla aktarıp aktaramayacağını sorgulamış, fakat en sonunda homoseksüelliği haricinde kendisiyle son derece bağdaştırdığı Chiron’un hikayesini anlatması gerektiğini hissetmiş. Bu eşiği geçtikten sonra “heteroseksüel ya da gay olmadığını, sadece bu hikayeyi anlatan bir adam olduğunu” ifade ediyor bir röportajında.[1] Ancak bunun mümkün olup olmadığı üzerine kafa yormamız gereken bir konu. Toplumsal anlatılara yönelik sahip olduğumuz özne konumunu göz ardı etmek, deneyimleri özellikle yok saymaya veya değersizleştirmeye varmıyor olsa dahi onları soyut, monolitik kategoriler halinde düşünmeye ittiğinden kendi gerçekliklerine bir darbe vuruyor bana kalırsa. Bununla bağlantılı olarak, deneyimlerin toplumsal olduğu kadar bireysel olduğunu da unutmamak gerekiyor. Şimdi biraz Chiron’un kendi deneyimine odaklanmak istiyorum.


Film üç kısımdan, Chiron’un hayatına dair üç farklı bölümden oluşuyor: “Little”, “Chiron” ve “Black”. Yetişkinliğinde geriye dönüp baktığında hatırladığı anıların bir koleksiyonu gibi adeta bu üç anlatı. Filmin geneline yayılan kimlik arayışını ilk olarak Chiron’un mahalledeki uyuşturucu satıcısı Juan ile kurduğu ilişki üzerinden görüyoruz. Juan, Chiron için minnettarlık duyduğu bir kurtarıcı görevi görmüyor; aralarında bir hiyerarşinin yokluğu içinde bulundukları komünite için alışılmadık bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Chiron güvensizilik içerisinde büyürken Juan onun o dönemki ilişkilenmeleri içerisinde gerçek anlamda konuştuğu tek kişi oluyor. Juan’ın Chiron’a söylediklerinin ise Chiron’da karşılık bulup bulmadığını anlamak zor. Çünkü en sonunda Chiron’u olmak istediği kişi olarak değil, çeşitli sebeplerle oldurulduğu, olmak zorunda kaldığı kişi olarak görüyoruz. Chiron eğer lisede ona sataşan Terrel’e karşılık vermeyip ıslahevine gönderilmeseydi neler olurdu bilmiyoruz, belki de yine Juan’ın yaşantısıyla paralellikler içerisinde bir yetişkinlik içinde görürdük onu. Her ne olursa olsun, hayatındaki üç bölümde de güçlü bir hayatta kalma çabası görüyoruz Chiron’da. Kim olacağına karar vermek, kendi kimliğin üzerinde hakimiyet elde etmek Chiron için kolay değil. Filmde çeşitli dışsallıkların onun tarafından nasıl ve ne kadar içselleştirildiğine şahit oluyoruz. Bunlara meydan okuduğu tek anda ise bulunduğu komüniteden dışarı itiliyor ve bambaşka bir hayat yaşamak zorunda kalıyor.

Filmin ekranda açıkça gösterilmeyen naif cinsellik anlatısı ise queer sinema üretimi içerisinde bir tartışma konusu. Bu elbette bir anlatım tercihi, ancak bir yandan da Moonlight’ın bu tercihiyle birlikte, belki de bu tercihi sayesinde kabul gördüğü gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek. Chiron kendisine gösterilen sınırlar içerisinde bir hayat sürmeye zorlanmış, ancak bu bahsettiğim sınırlar konusunda bir nesnellikten söz etmek mümkün değil. Uyuşturucu satmak bir suç, fakat onun hayatta kalması için bir yol ve bir nevi ona atanmış bir rol olarak karşımıza çıkıyor. Homoseksüelliği ise bu sınırlar dışında kalıyor; Kevin’in hayatı boyunca ona dokunan tek erkek olduğunu öğreniyoruz filmin sonuna doğru. Kevin ile kurmuş oldukları tanımlaması güç bağ da içerisinde yaşadıkları toplumsallıkta zamanla çözülüp dağılmış görünüyor, başka türlüsü mümkün olabilir miydi bilmiyoruz.


Moonlight’ta belli bir tür masküliniteye hapsolmanın acılarını izliyoruz. Chiron’un kafasının içinde sık sık sesleri, etraftaki nesnel gerçekliği kaybediyoruz. Sinematografi ve ses kullanımı bizi karakterlerle baş başa bırakıyor. Bazen etrafa Chiron’un bakış açısından bakıyoruz, bazen ise dışardan Chiron’a. Ve bu ikilik Chiron’un da mücadelesinin temelini oluşturuyor. Filmin şüphesiz en değerli sahnelerinden biri Kevin’ın Chiron’a kim olduğunu sorduğu an. Kevin onu yıllar sonra gördüğünde bu dişlerin, arabanın anlamını soruyor Chiron’a, “Kimsin sen?” diyor. Chiron’un kim olduğuna biz de seyirci olarak bütünüyle şahit olamıyoruz. Moonlight’ın parça parça anlatılar şeklinde kurgulanmış olması bizim Chiron’a dair bütünsel bir bakış açısına sahip olmamızı engelliyor. Fakat aynı zamanda insan hayatına dair “bütünsel” bir bakış açısına sahip olmanın mümkünatını da sorgulatıyor.


Bir yandan Amerika’da siyah bir mahallede bir erkek olarak yaşamak, diğer yandan da kendini ve cinselliğini bulmak üzerine kesişimsel bir konuma sahip bu anlatının Moonlight’ı genellemelere ve kabullere açık hale getirdiğini söyleyebiliriz. Chiron’un o mahallede yaşayan çocuklardan yalnızca biri olduğunu ve yaşamının kendi içinde anlamlar barındırdığını hatırlamamız gerekiyor. Öyle sanıyorum ki seyirci olarak yapabileceğimiz birbirinden farklı siyah queer anlatıları bir potada eritmeye çalışmak yerine her birini kendi içinde değerlendirmektir.

69 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page