Ünlü Yunan yönetmen Theodoros Angelopoulos’un yedinci uzun metraj filmi olan 1986 yapımı, orijinal adıyla “O Melissokomos”, İngilizce ismiyle The Beekeper, adından da tahmin edilebileceği üzere bir arıcının yaşam öyküsünden bir kesit sunuyor. Yönetmenin Sessizlik Üçlemesi’nin ikinci filmi olan eserin başrollerinde Marcello Mastroianni (Arıcı) ve Nadia Mourouzi (Kız) rol alıyor. Film Angelopoulos’un ünlü yapıtları, 1998 senesinde Palme d’Or’a layık görülen Eternity and a Day, Sessizlik Üçlemesi’nin bir sonraki filmi olan Landscape in the Mist ya da Ulysses' Gaze kadar bir şöhrete sahip olmasa da Angelopoulos’u veya daha niş filmleri seven sinemaseverler arasında bilinen bir isme sahip. Her ne kadar eleştirmenler arasında bu film hakkında bir görüş birliğine varılamasa da filmin 1986 yılında Venedik Film Festival’inde Altın Aslan ödülüne aday olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.
Filmin ana karakteri olan Spiros mesleğine ara vermiş olan orta yaşlarındaki bir öğretmendir. Arıcılıkla da ilgilendiği için bu süre zarfında bahar aylarına denk gelen, arıların farklı bölgelerdeki polenlere ulaşması için kendisinin yaşadığı yer olan kuzey Yunanistan’dan güneye doğru eskiden beri süregelen mevsimsel bir yolculuğa çıkar. Adeta bir arıcının günlüğünü görsel olarak okuduğumuz bu yolculukta Spiros beklenmedik bir yol arkadaşı edinir. Kendisinden yaşça çok daha küçük olan, nereden geldiği ve kim olduğu bilinmeyen bu genç kız, Spiros’ta başkalarına karşı duyamadığı, eksik kalmış bir şeyler hisseder. Spiros en başta bu durumdan hoşlanmasa da özlem duyduğu bazı duyguları deneyimlemesinden dolayı bu durumun devam etmesini ister. Bu durum yolculuğun bir kısmında sürse de iki taraf da farklılıklar ve yaşam şartlarından dolayı bu toplum tarafından tabu görülen ilişkinin daha fazla süremeyeceğinin içten içe farkındadır. Nitekim öyle de olur. Kendi yaşamındaki birçok sıkıntı ve olumsuzluğun üzerine bu ayrılış Spiros’a göre, bulunduğu durumun içinden çıkılamazlığını ve bir bakıma kaderine teslim olması gerektiğini ifade eder. Fakat çaresizliğin içindeki Spiros teslim olup bu tatsız yaşamı daha fazla sürdürmek istemez. Arı kovanlarının ortasına geçer, bütün arıları serbest bırakır ve bu durumun içinden kendince bir kurtuluş yolu bulmuş olur.
Spiros’un hayatı bu yolculuğa çıkmadan önce de pek istediği yönde ilerlemiyordur. Kendisi yapısı itibariyle çok konuşkan bir adam değildir. Ama bu sessizliğin arkasında yatan sebepler vardır. Eşi ile filmde çok detayına girilmeyen ama önceden yaşadıklarını bildiğimiz sorunlar bugünkü ilişkilerini de gölgelemektedir. Bunun yanı sıra çocuklarından da giderek uzaklaşmaktadır. Kızı evlenip eşi ile yaşamaya başlamıştır. Oğlu ise üniversite eğitimine devam ettiği için onlardan uzakta, güneyde yaşamaktadır ve bu süreçte babası ile arası soğumuştur. Bunlar ve geçmişten, savaş dönemlerinden, kalan bir takım sıkıntılar Angelopoulos’un Sessizlik Üçlemesi’nin diğer filmlerinde de görülen ana tema olan karakterin sessizliğinin arkasındaki başlıca sebepleri oluşturur. Bu sessizlik durumuyla ilgili Angelopoulos’un “Tarihsel olayların çok yaşanmadığı dönemlerde insan kendi iç meselelerine yönelip günlük yaşamındaki sıkıntıları ve eskiyi düşünerek sessizleşir.” benzerinde bir açıklamasının olduğunu da bu duruma ışık tutabileceği için bir ek bilgi olarak ekleyelim.
Yolda tanıştığı kız hakkında çok bilgiye sahip olmasak da onun da yaşamından ve ilişkilerinden memnun olmadığını valizlerini alıp kim olduğunu hiç bilmediği bu adamın ardından bir yolculuğa çıkmasından anlıyoruz. Aralarındaki ilişki en başlarda sadece seyahat arkadaşlığı seviyesinde gözükse de kız zamanla muhtemelen babasıyla sahip olamadığı bir ilişkinin pozisyonuna, baba figürü pozisyonuna, koyuyor Spiros’u. Ana karakter başta bu durumdan hoşnut olmasa da kendisinin de kızından uzaklaştığını ve böyle bir ilişkiye hasret kaldığını hissettiği için ikna olmaya başlıyor. Arı kamyonuyla restoranın camını kırarak girip kızı aldığı sahne bu ikna oluşun en direkt olarak görülebildiği sahne. Fakat bu ikna oluşun kızın tam olarak istemediği, romantik bir yönü de mevcut. Bu romantik yönün muhtemel sebebi Spiros’un eşiyle olan tıkanıp kalmış olan ilişkisi. Spiros birkaç sahnede kız ile zorla birlikte olmaya çalışırken kızın ağzından “Ase me na fýgo!” yani “Bırak da gideyim!” sözleri dökülüyor. Bunlar yaşandıktan sonra kız da bir süre bu duruma olumlu bakıyor gibi gözükse de en sonunda ikisinin de içten içe bildiği şey gün yüzüne çıkıyor. Film boyunca işlenen jenerasyonları arasındaki farklar (bardaki müzik sahnesi), ilişkinin tabu oluşu (Spiros’un zorla kızla birlikte olmaya çalıştığı sahneler) ve hayatlarının birbirlerinden bağımsız ilerlemesinin zorunluluğu (Spiros’un güneyde eşini ziyaret ettiği sahne) ilişkilerinin kopuşuna teslim olmalarını sağlar ve bir tekrarlama olarak kızın restoranda otururken yeniden “Ase me na fýgo.” deyişi ile ardından kısa bir vedalaşmadan sonra ilişkileri son bulur. Eksikliğini hissettiği bu duyguların yeniden elinden kayışını kabullenmek istemeyen Spiros, diğer her şeyin üst üste gelmesiyle bu durumun içinden çıkılabilecek başka bir yol kalmadığını görür ve sonunda kendini arıların içine bırakarak bu sıkıntılı hayata son verir. Filmin son sahnesinde yolculuğunda ziyaret ettiği, savaşta yaralandığından sağlık durumu çok iyi olmayan arkadaşının ona mors koduyla bir şeyler söylediği gibi o da belki de son kez kendi kendine mors kodu ile bir şeyler söyleyerek yaşama elveda der.
Angelopoulos sinemasının karakteristik özelliği olan kesilmemiş sekanslar yönetmenin bu filminde de göze çarpan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bu kesilmemiş sekanslardan yine yönetmenin çoğu filminde gördüğümüz büyülü bir gerçeklikle bezenmiş, yarı gerçek yarı simgesel olan klimaktik, adeta şiirsel sahneler ile uyanıyoruz. Bazı eleştirmenler genel anlamda filmi yetersiz bulurken filmi gayet beğenen eleştirmenler de bulmak mümkün. Üçlemenin ana teması ve filmin anlatım özellikleri sebebiyle filmde yaşanan bazı olayları ve dramatik kurguyu yeterince arkası doldurulmamış bulmak mümkün ama yönetmenin anlatmak istedikleri ve anlatmak istediklerini işleme şekli göz önünde bulundurulduğunda, bir arıcının günlüğünü ve yaşamını anlatan bu filmi izlediğinize kesinlikle pişman olmuyor ve izlerken kendi yaşamınızdan çokça parçalar buluyorsunuz.
Kommentare