top of page

Bahoz: Dağların Özgürlüğü Şehirlere İnene Dek Mücadeleye Devam

  • Helin Göner & Berat Yiğit
  • 12 Haz
  • 4 dakikada okunur

Bahoz, yönetmenliğini Kazım Öz’ün üstlendiği 2008 yapımı politik-dram türünde, çok katmanlı bir film. Ele aldığı sorunları bu toprakların, Kürdistan ve Anadolu’nun damarlarından beslenerek yansıtan film, 90’lı yıllarda üniversite okumak için Dersim’in küçük bir Kürt-Alevi köyünden İstanbul’a giden Cemal’in etrafında geçiyor. Cemal’in üniversite kazanması köyde büyük bir coşku, aynı zamanda uzağa gitmesinden ötürü bir hüzün yaratır. Filmin başlarında bu samimi ortamı derinden hissederiz. Cemal gitmeden önce, evlerinde asılı olan Atatürk tablosunu görürüz. Sahnede özellikle vurgulanmış olan bu tablonun o an orada hissettirdiği yabancılığı yadsımak olanaksızdır keza Kürt, Zaza ve Ermeni etnik-kültürel çeşitliliğini barındıran Dersim’de asılı olan bu tablo, yalnızca ulusal bir figürü değil, aynı zamanda modern Türk ulus devletinin bu coğrafyadaki diğer halklara yönelik asimilasyonunun, işgalci ve sömürgeleştirici bakışının da bir yansımasıdır. Kürt halkının çoğunlukta olduğu bu coğrafyadaki ufak bir evde gördüğümüz bu tablo bize filmin detaylıca irdelediği problemlerden biri olan özünü unutmayı, benliğini kaybetmeyi hatırlatmaktadır. Dersim’den İstanbul’a uzanan bu uzun ve zorlu yolculuğun devamında Cemal’in özünü yeniden keşfedişine ve alışılagelmiş olan sisteme başkaldırısına tanık olacağız. 


Cemal’in İstanbul’a Gelişi 


 

  Cemal’in İstanbul’a gelişi, kendisini keşfetme sürecinin en önemli parçasıdır. Kalabalık, dinamik ve kültürel olarak en karmaşık merkezlerden biri olan İstanbul, Cemal için oldukça yabancı olmakla birlikte ona çok şey katacaktır. Okuluna, İstanbul Üniversitesi’ne, adım attığı anda karşılaştığı sivil polisin anlayışsız, laubali tavırları ise bize şimdiden üniversitelere yerleşmiş olan bu baskı mekanizmasını hissettirir, özellikle 90’lı yıllardaki sağ-sol çatışmaları, öğrenci faaliyetleri ve protestoları gibi pek çok sebeple artan kolluk kuvvetlerinin oluşturduğu bu baskı rejimi, günümüzde halen devam etmektedir. Bu açıdan, filmin ele aldığı problemlerin geçmişin ve günümüzün değişmez realitesini yansıtışı oldukça kıymetli. Kampüsün içine girilen andan itibaren hissedilen bu gergin ortam, zamanla Cemal’i de şekillendirir. İlk haftalarda derslerine odaklı bir öğrenci olup politik ortamlardan uzak durmaya çalışan Cemal, zamanla bazı arkadaşlarının etkisiyle okuldaki sol gruplarla tanışır. Politik ve etnik bilinç inşasını tamamlaması ise kolay olmaz, çünkü kimliğini inkar halindedir. Kendi kültürünü ve içinde bulunduğu toplumun özünü reddedip asimilasyon politikalarına yenik düşmüş olan Cemal’in Kürt olup olmadığı sorulduğunda “Kürt değilim ben, Aleviyim.“ demesi Alevilik-Türklük-Kürtlük üzerine yıllardır süregelen tartışmayı da akıllara getirir. Ancak unutmamak gerek ki Kürt, Alevi demeden kendinden olmayanı dışlayan ve ötekileştiren bu sistem, tüm halklara zarar vermiştir. Kürtlerin ve diğer azınlıkların toplum tarafından dışlanmışlığını zamanla fark eden Cemal bu şekilde kimliğiyle barışma sürecine girer ve bunu özellikle otobüste kendi aralarında Kürtçe konuşan iki kişinin sert müdahalelere maruz kalıp otobüsten atıldığı sahnede fark ederiz. Bu sahne bir dilin, kimliğin toplum tarafından nasıl reddedildiğini ve bu faşizanlığın toplumun hemen hemen her tabanına ne denli sirayet ettiğini gösterir. Sonrasında, tanıştığı bazı kişiler aracılığıyla okuldaki sol bir oluşuma katılmak için gittiği Küba kantini, okuldaki solcu öğrencilerin uğrak noktası ve üsleri gibi bir konumdadır. Kantine ilk girildiğinde sırasıyla İslamcı solcular, Türk solu ve yurtseverler yani Kürt solunu görürüz. Bu, bize üniversitelerde 90'lar döneminde sol kanatta bulunan fraksiyonları ve bunların çeşitliliğini gösterir. Film bu noktada sol grupların kendi içerisindeki tartışmalarını ve fikir uyuşmazlıklarını eleştirmekten geri durmaz. Bir Kürt ve İslamcı solcu öğrenci arasında geçen tartışmalardan birinde şu cümle duyulur: “Mazlum Filistin halkıyla dayanışmak istiyorsunuz ama yanı başınızdaki mazlum halkı görmüyorsunuz.“


Cemal’in Yurtseverlere Katılması 


  Cemal Kürt kimliğini kabul edişiyle birlikte yurtseverlere katılır. Örgüte katıldığı ilk zamanlar sorgulayıcı bir kimliğe sahip olan Cemal kitaplar okumaya başlar. Bu kitaplar “Sosyalizmin Alfabesi”, “Doğanın Diyalektiği”, “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı” gibi sosyalizme girişte sıkça okunan kitaplardır. Başta kendi içinde çelişkiler yaşayan Cemal, ilk eylemine katılır. Filmde geçen “Çelişkilerin giderileceği en iyi yer eylem alanıdır.“ repliği Cemal’in sürecini güzel bir şekilde özetler. İlk eylemine katıldıktan sonra örgüte entegre olur ve direnişe örgütlü şekilde devam eder. Örgütün işleyişi hiyerarşik gibi gözükse de özünde yatay dayanışma ve kolektif karar alma prensibine dayanır. Her birey kendi katkısıyla yapının bir parçası haline gelir; görev dağılımları, toplantılar, özeleştiriler ve fikir alışverişleri örgütün temel yapısını oluşturur. Ayrıca örgüt içindeki hazır ve istekli olan bazı üyeler mücadelelerinin kayda değer sonuçlara vesile olması adına mücadelelerini daha radikal biçimde devam ettirirler. Eylemlere katılıp örgütle vakit geçirdiği süreçte Cemal ve arkadaşı Orhan yurttan kovulur ve örgütteki arkadaşlarının evinde kalırlar. Bir gün eve yapılan polis baskınında Cemal ve Orhan gözaltına alınır. İlk kez yaşadığı gözaltı, sorgu ve polis işkencesinde Cemal’in direnişine sonuna kadar sahip çıkışını görürüz. Cemal’in ilk kez Kürt kimliğini dile getirişini polisin kendisine hangi ulustan olduğunu sorması ile duyarız. İki arkadaş nezarette iken yanlarına getirilen yaşlı bir adamla tanışırlar, adam siyasi sebeplerden 15 yıl boyunca hapis yattığını, hayatının kalanını Türkiye’de geçirmek istemediğini söyler ve “Bu halk için bir şey yapmaya değmezmiş.“ der. Bu sahnede vazgeçiş, ümitsizlik gibi duyguları derinden hissederiz ancak hemen ardından iki arkadaşın söylediği Ertuğrul ağıtına eşlik ettiğini görürüz. Film, yıllardır bu topraklarda sürmekte olan çatışmayı ve mücadeleyi, kuşaktan kuşağa büyüyen kolektif direnişi gösterirken aynı zamanda gerçekçi bir bakış açısı katarak, gençlerin diri tuttuğu bu direnişin zamanla sönümleniyor oluşunu da bu şekilde anlatıyor. Cemal ve Orhan salındıktan sonra, üniversitede ve çevresinde protestolar devam ederken polisin öğrencilere müdahalesini açık bir şekilde görürüz, yıllar geçmiş olsa da bu manzara hepimiz için çok tanıdıktır.  


“Denizleri neden astılar?“

 

 Filmde vurgusunu gördüğümüz bir diğer unsur ise Deniz Gezmiş ve öğrenci hareketine etkisi. Birkaç sahnede Deniz Gezmiş’in posterlerinin asılı olduğunu görüyoruz, arkada ise öğrencilerin üniversite direnişi ile ilgili tartışmasını duymaktayız. “Hayat üniversiteden mi ibaret? Direnişi daha büyük çapta örgütlemeliyiz, üniversite içiyle yetinmemeliyiz.“ gibi düşünceleri veren bu tartışmalar, direniş hareketinin üniversite ile kısıtlı kalmamasının gerekliliğine parmak basıyor. Bu tartışmaların hemen sonrasında duyduğumuz “Denizleri neden astılar, çünkü onlar üniversitelere sığmadılar.“ sözü ise direnişin çapının büyümesinin sisteme yüklediği korkuyu vurguluyor. 

 

Topraklarına, özgürlüğe koşmak 


    

Filmin son sahnelerinde artık üniversitelerdeki protesto temelli direnişin artan işkence ve polis baskısı nedeniyle sönümlendiğini görürüz. Yüzlerce öğrenci silahlı direnişe katılmak üzere partiye katılmıştır, bunu Cemal ve Halil’in konuşmasından anlarız. Ayrıca bu diyalogdaki “Savaşta her şey olabilir, kayıplar da olur kazanımlar da; tarihimiz direnişle dolu olduğu kadar ihanetle de doludur.” cümlesi sorgu sırasında yoldaşlarını gammazlayan Müslüm’e atıfta bulunur. Cemal ise son kez okuluna gider, etrafta sisli ve fırtınalı bir hava hakimdir bu bize artık okulun ne denli kasvetli olduğunu gösterir çünkü direniş ateşi sönmüştür. Ardından Cemal koşarak okuldan uzaklaşır. Topraklarına, özgürlüğe doğru koşar ve artık topraklarına bakışı İstanbul'a ilk kez giden Cemal’den farklıdır. Üstünde yaşadığı bir kara parçası değildir baktığı, bu topraklar üstünde yaşanmış bütün mücadelelerin ve halklarının çektiği zorlukların bilincinde olarak baktığı bu topraklar onun ait olduğu yerdir. Dersim’e giderken feribotta gördüğü bir tanıdığına ise kendini Cemal olarak değil Mahmut olarak tanıtır çünkü artık asimile bir Kürt değil, özgürlüğüne ve halkına sahip çıkmak adına partiye katılacak, direnişini sürdürecek olan Mahmut’tur. Filmin final sahnesinde ise düğün öncesi halay çeken bir grup insan görürüz ve anlarız ki zulmün en uzun sürdüğü yerde bile düğün uzak bir vakitte değil, çok yakındadır. 

 


Comments


  • Grey Twitter Icon
  • Grey Instagram Icon

© 2020 by BÜ(S)K

Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü

bottom of page