ÜÇ EMEKÇİ KADININ DÜNYASINA BAKIŞ: BİKET İLHAN, DENİZ TÜRKALİ, AZRA SANCAKTAR
Sinemada, özellikle kamera arkasında emeği sömürülen ve değersizleştirilen, baskı ve şiddete maruz kalan pek çok emekçi var. Bu ezilme hali kadın olma haliyle birleştiğinde, emek daha da görünmez oluyor, baskı farklı kanallardan artıyor. Bu alanda, farklı sosyoekonomik çevrelerden gelmiş, çok farklı deneyimler elde etmiş, farklı davranış biçimlerine maruz kalmış ve dolayısıyla farklı mücadele yöntemleri geliştirmiş, belki sayamayacağımız kadar çok ve ayrı dünyalara sahip kadın emekçi var. Kostüm biriminde asistan bir set emekçisi, bir oyuncu ve bir yönetmenle, sinemada kadın emeği ve kadın mücadelesine dair görülerini konuştuk. Böylesine kökleşmiş, gizlenmiş ve görülmesi engellenmiş bir ezilme halinin hakim olduğu yerde üç kadının deneyimini okumak bütünsel ve eksiksiz bir bakış sunmayacaktır fakat birbirinden ayrışan ve birbiriyle birleşen bazı noktaları görmek için fayda sağlamasını umuyoruz. Daha önemlisi, kamusal alanda kadına yönelik şiddeti dahi yenice konuşabiliyorken, sinema gibi bir iş alanında kadına karşı bakışı ve sömürüyü; sinemadaki kadın emekçilerin deneyimlerini görünür kılmayı amaçlıyoruz.
Yazıları; deneyimlerin en görünmez olduğu yerden görece daha görülebilir olan yere, set emekçisinden oyuncuya ve yönetmene doğru sıraladık. (Azra Sancaktar, Deniz Türkali, Biket İlhan)
AZRA SANCAKTAR
Haziran ayı, ilk set günüm. Reklam setiydi, aşı kamu spotu çekiyorduk. ben de üstüme bir elbise giyip gitmiştim. Çok da mini olmayan diz üstü, kolları kalın askılı, kapalı, vücut hatlarımı da belli etmeyen bir elbiseydi. Birkaç saat sonra şefim -erkek- beni kenara çekip ‘’Bir daha elbise giyip sete gelme.’’ dedi. Hava çok sıcak ve elbiseyle de rahat edebiliyorum. Nedenini sordum. ‘’Sana olan bakışları görüyorum, setteki diğer insanlar elbise giymeni ve seni daha farklı algılarlar.’’ dedi. Setin içinde bir de set departmanı var. Aynı gün, ayakta durmayayım diye set departmanından bir asistan bana tabure vermişti. Aslında çok normal bir hareket ama şefim bana o gün dedi ki ‘’Sana tabure vermesi bile sana özel ilgi gösterdiği anlamına gelir, sana olan bakışları görüyorum, boşuna kimseyle kavga etmeyelim’’, hatta dedi ki ‘’Gir kostüm panelinin oraya üstüne bi tayt falan giy.’’ Ben öylece kaldım. Haziran sıcağı ve setteki diğer erkekler istedikleri gibi giyiniyorlar ama biz elbise giyemiyoruz.
Sonra çalıştığım diğer setlerde konuştuğum kadınlarda da aynı şeyleri yaşamış olduğunu dinledim. En büyük sıkıntılarımızdan biri biz kadınlar sette istediğimiz gibi giyinemiyoruz. Son zamanlarda bu bir tık daha kırılmıştır gelişen duyarlılıkla birlikte ama var bu durum. Ben sette elbise, şort, dekolte giyemiyorum. Çok saçma. Bunu yaptığımda çünkü birileri yanıma geliyor numaramı istiyorlar, şefime gidiyorlar ve bu yanlış anlaşılmaya çok müsait bir durum olduğu için bize hep ölçülü giyinip gelin sete denir. Derler ki saatlerce çalışacaksınız eğilip kalkacaksınız. Ben başka insanların nefsinden sorumluyum ya çünkü, istediğim gibi giyinemem.
Sektördeki asıl problemlerden biri de bence burada başlıyor, bizi daha maskülen giyinmeye itiyorlar, dolayısıyla daha maskülen hissetmeye. Bunu kırmak için daha önce birkaç kez sette çalışan diğer kadınlarla bir araya gelip konuştuk ne yapabiliriz diye. İstediğimiz gibi giyine giyine ancak bunu çözeriz dedik ama çoğumuz işimizi kaybetmek istemediği için zorlanıyoruz.
Daha ilk set günümdeki ilk sorun buydu. Sonrasında şöyle bir şey var. Benim birimim kostüm, sanat ve kostüm departmanlarında kadınların iş bulması daha kolay. Ama mesela Deniz diye bir kadın arkadaşım var ve görüntü yönetmeni olmak istiyor. Bunun için de kamera asistanı olarak işe girmesi lazım. Kamera kısmının da şöyle bir olayı var ki, asistanlar işin sonunda ağır lens çantaları taşıyorlar. Kadın olduğu için o ağırlığa gelemez diye kimse arkadaşı işe almak istemiyor. Halbuki Deniz çok iyi çalışıyor, o çantaları da gayet taşıyabiliyor. Ama direkt böyle bir olay var; kadınsan ışık biriminde, kamera, set biriminde çalışma alanı bulman çok zor. Kolay kolay almıyorlar işe.
Bir de karşı tarafı zayıf görmekten kaynaklı bir pozitif ayrımcılık ortaya çıkıyor bu da beni çok rahatsız eder niyeti iyi bile olsa. Ben mesela gittiğimiz her yerde kostümleri elimde taşımak zorundayım. Set içinde hep kostüm olsun çanta olsun bir ağırlık taşıyorum. Setteki diğer erkekler ben bu işleri yaparken yardım edeyim mi bile demeden direkt elimden alıyorlar taşıdıklarımı. İyi bir şey yaptığını zannediyor belki ama aslında kötü bir şey yapıyor. Çünkü o kıyafetin, o çantanın nasıl taşınması gerektiğini ben biliyorum ve o benim sorumluluğum. Benim bir kadın olarak başka departmandan bir erkeğin işine müdahale etmem söz konusu olamaz. Buna hakkım da yok zaten farklı birimlerde çalışıyoruz ama onlar bunu hak görüyorlar nedense. Şunu çok yaşadım; elimde kıyafetler var yere değmemeleri, ütülerinin kaçmaması lazım, dikkatlice taşıyorum ve birden tak diye elimden alınıyor o kıyafet. Çok sorunlu.
Çocukluktan itibaren kadın olma halinin baskısını hissediyoruz ama yine de sette bunlarla karşılaşınca şaşkınlık hissettin mi?
Doğduğumuzdan beri buna maruz kaldığımızdan çok da şaşırmadım biraz daha anlayabildim karşının da motivasyonunu ama bunu değiştirmeyi hep çok istedim. Ben çünkü artık iş hayatımda da bunu yaşamak istemiyorum daha rahat çalışmak istiyorum. Başta beni çok sinirlendirdi tüm bunlar. Ne demek elbise giyemezsin, ne demek benim sorumluluğumdaki malzemeyi sırf erilliğinden elimden alıp götürürsün. Çok sinirlendim.
Sonrasında öyle mi öyle, o zaman oturup konuşacağız dedim. Gittiğim her sette kadınlarla konuşmaya başladım. Her birimiz neler yaşıyoruz, bunları nasıl değiştirebiliriz nasıl bir adım atalım. Ayrıca son setimde, bir film setiydi, bunu diğer birimlerdeki erkeklerle de konuşmaya başladım; neden böyle yapılıyor diye. Çünkü bunları hiç konuşmadan birbirimize hiç açmadan çözüm bulabileceğimizi düşünmüyorum.
Kamusal alanda tartışılabilir hale getirmeye çabalıyorsunuz.
Kesinlikle, bir de şöyle bir şey var; sinema sektörü kendi içinde kamuya karşı çok daha gizemli bir sektör. Toplum o sektörün içinde ne olduğunu, o filmlerin nasıl çekildiğini pek bilmiyor. Bir de biz onun içindeki sıkıntıları konuşmaya başlayınca iyice karmaşık bir hal alıyor toplum nezdinde. Ama konuşa konuşa, bağıra bağıra bunu aşabiliriz bence.
Sendikal faaliyet yürütüyor musun ya da etrafında yürüten kadınlar var mı? Orada durumlar nasıl?
Ben yürütmüyorum, etrafımda var Sinema TV Sendikasında bulunanlar, ama orası da pek işlevsel değil zaten her birimin ayrı ayrı da sendikal örgütlenmesi var. Benim beraber bir şeyler yürüttüğüm Kampüs Cadıları ve Mor Çatı var. Görüyorum ki gerçekten deniyoruz ama çok bir şey yapamıyoruz iş özelinde kadın örgütlenmeleri adına. Çünkü o kadar şiddet, taciz, tecavüz var ki, mücadele çalışmaya, işe gelemiyor. Sıkışmış haldeyiz. Biz daha kadına yönelik şiddeti çözmeye çalıştığımızdan, kendi iş alanlarımızdaki sıkıntılar için adım atamıyoruz.
Mücadele adına ilerisi için ne düşünüyorsun? Sinemanın burada bir gücü olduğunu düşünüyor musun?
Sinemanın bir gücü olduğunu düşünüyorum kesinlikle zaten bu yüzden o tarafta yer aldım. Çünkü sinema insanın hem duymasına hem görmesine, aynı anda birden fazla duyusuna hitap ediyor ve başka sanat eserlerine kıyasla bize daha çabuk, daha fazla etki edebiliyor bence. Deneyimleri daha gerçek kılıyor bir yerde. Ben kendi yaşantımda da sinemadan çok güç aldım, kadınların mücadelesi özelinde de böyle olacağını düşünüyorum. Yeter ki sinemanın çizgisini kadın mücadelesinin çizgisiyle bağdaştıralım, ataerkilliğin hakim olduğu filmler çekmeyelim. Onu da gösterelim ve anlayalım, ama bunu değiştirmek için yapmalıyız bence. Ana akım medyadaki dizilere dönüşmemeli bunlar. Ticari kaygıdan ziyade topluma ve bizim mücadelemize hizmet etsin yeter ki.
Bir mücadele alanı olarak mı görüyorsun sinemayı?
Sadece sinemayı değil tümüyle sanatı öyle görüyorum. Toplumdaki hiyerarşileri kırmak için de çok kıymetli görüyorum.
Özellikle son birkaç yılda kadın mücadelesinin kazandığı ivmeden ve daha görünür olmamızdan da ayrıca mutluyum. Yetmiyor bize bu tabii ki daha fazlasını da yapacağız. Sosyal medya ve sinemanın buradayız dememizde çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Adım adım kırıyoruz bazı şeyleri. 70lerde 80lerde hatta öncesinde kadın mücadelesi neredeydi şimdi nerede görebiliyoruz, o dönemlerde bizim için bağıran, yanan kadınlar olduğu için biz bugün daha fazlasını yapabiliyoruz, mücadeleyi daha öteye taşıyabiliyoruz. Biz de devam edeceğiz mücadeleye ki bizden sonrakiler daha ileriye taşıyabilsinler. Onlar mesela sete elbiseyle gidebilsinler ya da bir şiddete/istismara maruz kaldıklarında olacaklardan korkmasınlar ve ben buradayım diye bağırabilsinler.
DENİZ TÜRKALİ
Doğduğunuz andan itibaren kadın olarak size nasıl farklı bir bakışla bakıldığını, farklı değerlendirildiğinizi fark ediyorsunuz. Sinema sektöründe ise son 20 yıldır 2 ciddi farklılaşma görüyorum; birincisi kamera arkasında kadın yok denecek kadar azdı. Sinema çok ağır bir iş kadınlar kaldıramaz, reji asistanı kadın olmaz denirdi. Parmakla sayılacak kadar azlardı. O zamanlarda bildiğim tek kadın yönetmen Cahide Sonku, başka da yok. Varsa da bize unutturulmuşlar, görünürlükleri olmamış ki bu daha da vahim. Fakat şu an kamera arkasında daha çok kadın var. Değişen sosyal koşulların etkisi yadsınamaz tabii ama bu durumun feminist hareketin güçlenmesiyle doğrudan bir ilgisi var, 80 sonrası kadın hareketinin yükselişiyle büyük bağı olduğunu düşünüyorum.
Dünyanın her yerinde bitmek bilmeyen bir ayrımcılık var. Cinsiyet eşitliğinde de daha alınacak çok yolumuz var ama kamera arkasındaki kadın sayısının artışını olumlu görebiliriz. Bu yetmiyor ama çünkü sayıca fazla olmak o dünyanın değişmesinde çok büyük bir etken olmuyor. Yararı var tabii ama daha önemlisi muhalif bir hareket olarak kadın hareketinin, istemediğimiz bu düzeni değiştirmek için sürekli yeni yollar araması gerektiğini düşünüyorum. Kadın yönetmenlerin yaptığı filmlerde bunun ipuçlarını görebiliyoruz. Senaryoyu bir kadının yazdığını, filmi bir kadının çektiğini hemen fark ediyoruz. Bu bakışa sahip olmak çok önemli ve değerli.
Atıf Yılmaz’ın ve özellikle soldan başka erkek sanatçıların eserlerinde ötekine ve kadına yer verdiğine rastlıyoruz ama bir kadının iç görüsüyle erkeğin iç görüsünün farklılığının belirgin olduğundan da bahsettik. Siz bu filmlerde yer alırken müdahale etme eğiliminiz oluyor mu; performatif olarak ya da olay örgüsü/işlenişi, senaryoya müdahale açısından?
Daha hayati bir şey söz konusu burada. Benim feminist olmam ve benim feminist çevrem dolayısıyla, aynı zamanda Yılmaz’ın merakı sayesinde; Yılmaz bizim feminist tartışmalarımıza tanık oldu, dinledi, anlamaya çalıştı ve bu konuya hep çok açık oldu. Dolayısıyla biz feminist kadınların Yılmaz’ın sinemasına da dünya görüşüne de büyük katkımız var. Yalnızca oyuncu ya da senarist kimliğiyle değil ama daha temel bir yerden; hayatın içerisinden bir yerden ona etki ettik. Yılmaz filmlerinde yaşayan kadınlara yer verirdi. Biliyorsunuz Yeşilçam’da iyi ve kötü kadın imgeleri var. İyi kadınlar oturup ağlar ve bir adamla evlenme isteği dışında var olmazlardı misal. Bunlar karikatür tiplerdi karakter değil. 70li yıllarda devrimci filmler dediğimiz sol tandanslı filmlerde de kadınlar devrimci kadınlar olarak olumlu imgeler oldular. Bu iyi devrimci kadınların en büyük özelliği de en ufak bir cinsellik taşımamalarıydı. 80lerden sonraki sinemada, Atıf Yılmaz’da da ipuçlarına rastladığımız, kadınlar yaşayan, cinsellikleri olan, talep ve itirazları olan kişiler halinde sinemada belirdiler. Kadın sineması değildi ama bakışını kadınlara yönelten ve görmeye çalışan bir sinema oldu, büyük ölçüde de gördü. Bu görüde feminist kadınların büyük etkisi var.
Setlerde bu konuya dair diğer emekçilerle iletişiminiz nasıldı?
Militan bir tutum sergilediğimi söyleyemem ama konusu olduğunda konuşurum, bir durum olursa el koyarım. Taciz, mobbing karşısında kıyametleri kopardığım da olmuştur. Ama şöyle bir şey var; sektör benim feminist olduğumu, Atıf Yılmaz’ın karısı, Vedat Türkali’nin kızı olduğumu biliyordu. Sopa saklıyorlardı.
Bu size diğer sanatçılardan ayrıksı bir yerde hissettiriyor muydu?
Yok hayır, ben hiç kendimi bir yerden ayrı ya da bir yere ait hissetmedim. Ne aidiyetim ne büyük bir özelliğim var. Uzun felsefi düşüncelere dalarak yapmadım bunu, daha içgüdüsel bir yerden. Aidiyeti sevmiyorum; milliyete, dine aidiyeti sevmiyorum. Ben kadın olma aidiyetinden başka hiçbir aidiyetten hoşlanmıyorum. Sadece kadın olma halinden ötürü mutluyum.
Birilerinin kızı, eşi, annesi olarak tanımlanmak sizi rahatsız etmiyor mu?
Çok az oldu zaten bununla hep dalga geçtim. İncinmedim de, birisi böyle yaklaştığında dalga geçtim güldüm. Bir defa bir 8 mart etkinliğinde sunucu beni sunarken ‘’Vedat Türkali’nin kızı, Atıf Yılmaz’ın karısı, Barış Pirhasan’ın ablası’’ diye giriş yaptı. Sahneye kahkahalarla çıktım ve il cümlem ‘’8 mart kutlu olsun’’ oldu.
Babanızın ve eşinizin yaşama, sektöre bakışı sizi zorladı mı?
Babam zorlaştırdı. Korkunç tutucuydu. Buradan bakınca inanılır gibi değil. Hangi itirazların ne şekilde bastırılmaya çalışıldığını düşündüğünde özellikle. Hayat böyleydi ama ve böyle yaşandı. Bir şahaneliğin veya bir rezaletin üzerine basmak olmaz. Hayat hepsini içerir iyi günleri kötü günleri mücadeleyi yılgınlığı düşmeyi kalkmayı. Var olmaya ve mücadele etmeye buradan devam etmek zorundayız.
Sinemadaki kadın imgesinin dönüşümüne dair;
Sıkıcı iyi kadınlar ve yaşayan sahici kötü kadınlar vardı. Dikkat ederseniz aslında o kötü kadınlar son derece haklıdır, son derece doğru talepleri olan, cinselliklerini yaşayan, ayakları üstünde duran sahici kadınlardır. 70lere kadar ta ki. 70lerde devrimci kadın karakterleri bu sefer son derece politize ama erkek, kendini mücadeleye adamış ve aşk meşk cinsellik düşünmeyen kadınlar olarak görüyoruz. Yavuz Özkan’ın Maden filminde bir sahne var kahkahalarla güldüğüm; Tarık Akan’ın karakterinin çadır tiyatrosuyla gelen bir kızla ilişkisi oluyor, Hale Soygazi’nin canlandırdığı. Cüneyt kıyameti koparıyor çünkü o çok devrimci, ‘’Karını boşa bari getir o kızla evlen.’’ diyor. Tarık, ‘’Abi şaka mı yapıyorsun?’’ diyor ve Cüneyt dönüp ‘’Hayatımızda şakaya yer var mı ulan!’’ diye bağırıyor. Şaka olmayan bir hayat düşünebiliyor musun?
Sektördeki kadın mücadelesine döndüğümüzde, oranın nasıl şekilleneceğini düşünüyorsunuz? Ayrıksı da tutmuyorsunuz sanırım toplumsal mücadele ile sektör içi mücadeleyi?
Hiçbiri asla birbirinden bağımsız değil ama özgün mücadeleleri var her birinin. Bütün muhalif savaşımlar kendi özgün sorunları saklı kalmak suretiyle diğer muhalif hareketlerle en azından dirsek temasında olmalılar. Bir işçi sınıfı mücadelesi bir kadın hareketini içermez ama iki hareket mutlaka zaman zaman bir arada zaman zaman tek başına mücadeleyi sürdürmek zorundadır. Hepsini bir potada eritmeye kalkmak sosyalist hareketin en büyük falsolarından bence. Özgün mücadeleden vazgeçmeden dayanışmanın, temel meselelerden biri olması gerektiğini düşünüyorum.
Yaptığınız işte kendinizden çok farklı karakterdeki kadınlara hayat veriyorsunuz; hem de sektörel ve sosyal çevrenizde kendinizinkinden çok farklı deneyimleri, sosyal- kültürel- ekonomik arka planları olan kadınlarla ilişkileniyorsunuz. Kendi kadın olma halinizle bunları bağdaştırmaya çalışıyor musunuz?
Bunu çok gerekli görmüyorum. Kadın olma halinde ortak olan şeyler çok belirgin zaten. Bunun dışındaki ortaklıklara bakmak çok işe yaramaz. Sadece, bana bir mesele anlatılırsa onun üzerinden empati kurmaya çalışırım ama nasihat meselesinin işe yaradığına hiç inanmıyorum. Örnek olmak denilen şeyin bir işe yaramadığını, yalnızca sahte benzerlikler yarattığını düşünüyorum. Meraksa, zaten o merak insanlara baktığında, okuduğunda, seyrettiğinde sana ipuçlarını veriyor.
İKD'liydim ben 80 öncesi (İKD: TKP ile bağlantılı İlerici Kadınlar Derneği). O zaman da hiç işçi kadınlara ‘’Ben sizdenim anlatın abla’’ demedim. Onlar gibi konuşmaya onlara benzemeye çalışmadım çünkü onun bir sahtekarlık olduğunu düşündüm. Çok şey öğrendim ama ben olarak öğrendim. Benliğimiz ve dertlerimiz o kadar farklı ki. Feministlere önceden hep sorarlardı ‘’doğudaki kadınlar hakkında ne düşünüyorsunuz?’’ diye. Doğudaki kadınlar ne düşünüyorsa onun yanında durmayı düşünüyorum, ben niye ve nasıl düşünebilirim, orada yaşamıyorum o koşulları deneyimlememişim, buradan tepeden onlara fetva veremem böyle böyle yapın diye, bu çok ayıp bir şey. Tüm mesele de burada. En anlayışlı dediğimiz erkek karşımıza sizin şimdi yapmanız gereken şu şudur diye geliyordu, ne hadlerine halbuki böyle konuşmak.
Sinemanın ‘’dönüştürücü’’ gücüne dair çok konuşulur, bunun üzerine ne düşünürsünüz?
Sinemanın dönüştürücülüğü değil sinemanın kendisinin dönüşüyor olması çok önemli. Herhangi bir şeyin hayatta tek başına bir dönüştürücü gücü yok bence. Bu, kadınlar dünyayı değiştirecek söylemine de çok katılmıyorum. Bilmiyorum, nasıl, hangi bakış açısından ve nereye doğru? Kadınlar yalnız kurtarmayacak dünyayı ama yaratılan bir bakış açısı kurtarabilir. Patriyarkal olmayan bir ideoloji ancak kurtarabilir. Hani her partide ne kadar kadın olursa sanki meclis şahane olacak gibi düşünüyorlar mesela. Meral Akşener de Tansu Çiller de onlarcası da politikacılar misal, bu sayısal yanılgı kafadan çıkmalı.
Sinemada kadınların var olması ve oradaki kadınların bakışının yansıması daha olanaklı çünkü bir, sanat ortamı. Iki, birebir görüyorlar olan biteni. Tüm mobbingi tacizi çıplak gözle görüyorlar. Orada bir araya gelip orada konuşmak çok önemli. Bunları sanatsal açıdan, 70lerin devrimci filmlerine dönmeden yapmak lazım.
İsimsel olarak sosyalist olmayan, provokatif olmayan filmlerle de bunu yapabilmek. Bir bakış açısına müdahale aracı olarak belki.
Bunun da kesinlikle ve çok daha fazla etkidiğini düşünüyorum. Bakışa etkiyor çünkü düşünmeni kışkırtıyor. Düşünmeyi kışkırtmak çok çok önemli.
Ek olarak, açık söylemek gerekirse, zaman içinde feminizme ve kadın olma haline bakışımız çok değişti. Olduğumuz yerden size bakınca gurur duyuyorum. Çok şey öğreniyorum sizden, çok etkiliyor beni argümanlarınız, talepleriniz.
BİKET İLHAN
İzmir ve Ankara’da yaşadığımız dönemde öğretmenlik yaptım. İstanbul’a yerleştikten sonra sinemaya başladım, sinemanın yeri zaten burası. Daha önce böyle bir şansım yoktu. Ama öğretmenlik yaparken de İzmir’in bazı gazetelerine, Ege ekspres ve Yeni Asır gibi, fotoromanlar çekmiştim. Sinemacı olma niyetim yoktu o vakitler, hobi gibi yapardım.
Kadın olarak hayatımda öyle çok önemli bir zorluk yaşamadım ama şansım, nasıl söylenir bilmiyorum belki sizin de dediğiniz gibi, sol demeyim; ama sol anlayışın içinde kimselerle beraber olmaktı, edebiyatçılarla, sanatçılarla. En büyüğü de Atilla İlhan ile yaşamak. Bunlar benim hayatımda yaşayabileceğim zorlukların önünü biraz kesti kadın olarak. Çünkü çevremdekilerin bakış açıları farklıydı. Kadını ezer bir tavır görmedim çevremden. Ama bu mutlaka kişiliğimle de ilgili; ben de katılımcı, aktif, her zaman bir şeyler yapmaya hevesli biriydim. Bir kenara itilmedim.
Kadınların ezilmesi, işkence görmesi, türlü kötülükler akıl alır gibi değil çok üzülüyorum, çok doğal olarak her zaman karşısında duruyorum. Bir sorumluluk yükleyen bir yerden demiyorum ama insanın seçimleri de hayatında bir yer tutuyor. Şiddete uğramış kadınların da şansı yanlış çevrelerde yanlış insanlarla olmak belki; ama tabii ben kendimi korurum diye kişisel bir yöntem de olamaz. Toplumun bu bilince gelmesi lazım; kadının da erkeğin de insan olduğu ve eşitlik bilincine. Aynı alanlarda çalışıyoruz, aynı hayatı paylaşıyoruz. Bunları paylaşırken ikinci sırada olmak çok üzücü, ben bunu pek deneyimlemedim ama deneyimlere tanık oluyorum.
Bu eğitimle ve ailelerin bilinçlenmesiyle de çok ilgili. Aileler erkek çocuklarını çok farklı yetiştiriyorlar, kız çocuklarını sorumluluğa öyle bir şartlıyorlar ki kadın ve kız çocukları zaten hep ikinci planda.
Sizin aile yapınız bu şekilde değildi sanırım?
Değildi. Benim tabi doğum yılım da eski, dedemlerle yetiştim ki onlar 1900 doğumlu; onlar dahi böyle bir anlayış içinde olmadılar hiçbir zaman için. Beni de çok özgür yetiştirdiler. Bu benim şansımdı. Aile de bir eğitim kurumu ve o eğitimle, bakış açısı ve anlayışla sanıyorum kendime iyi bir yol seçtim ve o yolda da bugüne kadar geldim.
Özellikle 70lerden itibaren sanatta sola eğilimin artmasıyla, toplumsal duyarlılık yaratma ödevi/durumu var, bunun sinemaya yoğun olarak yansıdığını görüyoruz. Siz bunu sinemanıza yansıtmaya özen gösterir misiniz, sizi etkileyen şeyler var mı bu noktada, özellikle kadın mücadelesiyle ilgili?
Kadın mücadelesi tabii asırlar öncesinden var olmuş. Mesela ben öyle bir belgesel yaptım (Hilal-i Ahmer Hanımlar Merkezi), Osmanlı'da 1910-12lerde, birçok kadın bir araya gelip bir hareket başlatmış, Hanımlar Merkezi diye bir cemiyet kurmuşlar ve burada kadınları eğitmeye, korumaya çalışmışlar. Okuma yazma tabii hak getire o dönemlerde, okuma yazma öğretmek istemişler, el işleri, bir takım beceriler vermeye çalışmışlar ki kadınlar ayaklarının üzerinde durabilsin diye. Yani o hareketler ta buralardan beridir var olmuş.
Feminist hareketin içinde aktif olarak bulunmadım, ama bunu sinemama yansıtmaya çalıştım. Bunu bir insan olarak yapmaya çalıştım. Bir kadın yönetmen mutlaka kadın filmi yapar ve sadece kadınların acısından yola çıkar diye bir şey de yok bence. Ben daha çok şunu tercih ettim; filmlerde erkek karakterleri incelerken, detaylandırırken bakış açımı yansıttım. Kadın karakterler ise sinemamızda geçmişte hep mağdur olmuş köşeye itilmiş, bunu dönüştürmeye çalıştım.
Ya da bir seks objesi / imajını temsilen bulundurulmuşlar.
Öyle görüyoruz filmlerde ama ben bunun tersini yapmak istedim. Benim filmlerimdeki kadınlar marjinal, çizgi dışı kadınlar oluyor, o karakterleri seçiyorum. Zavallılık kadınların üstüne yıkılmasın istiyorum, tam tersine güçlü örnekler vererek kadınlara ulaşmaya çalışıyorum.
Sinema çevresinde/ entelektüel çevrede doğrudan birinin eşi/kızı olarak tanımlandınız mı?
Oluyor Atilla İlhan üzerinden. Ki büyük bir insan, o da benim bir şansım hayatımda. Ama tabii Atilla İlhan’ın karısı denmesi pek hoşuma gitmiyor. Ama ben Biket İlhan olarak da varım, bununla çok karşılaşmıyorum, sadece birinin karısı değilim. Ama bu da yanlış anlaşılmasın Atilla İlhan'ın hayatımdaki önemi çok büyüktür. Ben de onun için çok önemliydim bunu çift yönlü düşünmek lazım. O da birçok eserini benim desteğimle ve ona alan açmamla yazmıştır bunu kendi de söyler.
Yine de toplumsal yaşamda bir refleks olarak karşımıza çıkıyor.
Oluyor tabii ama ben hiçbir zaman kocamın, babamın, ya da birinin nişanını taşımıyorum, ben kendi adıma bir şeyler yapıyorum, yaptığım işe de dahiliyetleri yoktur. Ama tabii ki beraber yaşadığınız insan-kadın ya da erkek kim olursa olsun- ondan alıp ona verdiğiniz çok şey oluyor, bu da çok doğal.
Etrafınızdan muhakkak duyuyorsunuzdur, hatta en son Susma Bitsin ile daha görünür hale geldi. Sinema tv sektöründeki kadınların maruz kaldığı erkek şiddeti / mobbing hakkında bir şey söylemek ister misiniz? Bu arttı mı sizce son zamanlarda, bir yozlaşma mı var?
Ben arttığını gözlemlemedim ama her sektörde olduğu gibi sinemada da var. Bazı kendini bilmezlerin bu tarz davranışları oluyor, yine de sinemada daha az diyebilirim çünkü bence sinema daha bilinçli ve bu yönde belli yaşanmışlıkları olan insanların bir arada olduğu bir alan.
İyileştirici olduğunu mu düşünüyorsunuz sinemanın?
Öyle düşünüyorum. Genelde var tabii ki ama sinema sektörü için konuştuğumuzda daha az duyduğumuzu düşünüyorum; hiç hoş bir şey değil tabii ki, onlar zaten ya saf dışı ediliyor ya bir daha çalışamıyorlar ya da zorla akıllarını başlarına topluyorlar.
Bir yönetmen olarak sinemada kadın yönetmenlerin durumu hakkında ne düşünürsünüz?
Kadın yönetmen sayısı ben sektöre girdiğimde 12-13 kişi kadardı; şu anda da az ama çok çoğaldı. Bu sayının giderek artması sevindirici ama hala eşitlenmiş değil. Ben komple kadın-erkek yönetmen ayrımı kalmasın istiyorum; yönetmen yönetmendir. Ama şu an tabii olarak bir pozitif ayrımcılık durumu söz konusu çünkü azınlıktayız. Kadın yönetmenler daha az destek bulduklarını söylüyorlar, erkeklerin başvuracakları alanlar daha çok ya da daha kolay kabul görüyorlar. Demek ki hala, yönetmen de olsa kadına bir güvensizlik var toplumda ama bunları aşacağımızı düşünüyorum. Tüm toplumda olduğu gibi sinemada da erkek egemenliği var. Sinema başından itibaren erkek egemen bir iş ama bunlar aşılıyor ve daha iyi olacaktır. Sadece bizde de değil dünyada her yerde kadın yönetmenlerin durumu aynı.
Ama umutla bakıyorum bence çoğalacak kadın yönetmenler. Sadece bir erkeğin bakış açısıyla karakterleri oluşturmak, olayları canlandırmak doğru gelmiyor, çoğu erkekte o erkek bakış açısı var çünkü. Umarım aşılacak ve bir gün eşitleneceğiz.
Bunun aşılmasına katkı sağladığınızı düşünüyor musunuz?
En azından şöyle bir katkım var; sektöre geç girdim ama bu yaşımda devam ediyor olmam bence iyi bir örnektir. Bizdeki kadın yönetmenlerin çoğu 1-2 film yapmış ve vazgeçmek durumunda kalmışlar.
Ekonomik temelli etkenler de kadınları alıkoyuyor yapmak istedikleri işler konusunda.
Evet var o durum, bütün sinema dünyası için geçerli ama kadınlar daha da zorlanıyorlar. Belki dediğim gibi erkeğe güven daha fazla olduğu için.
Günümüzdeki kadın mücadelesini nasıl görüyorsunuz; sektör içi/dışı kadın emeğine dair mücadeleyi?
Kadınların haklarının çok fazla yendiğini apaçık görüyoruz zaten, eskiden daha da az haberdar oluyorduk. Bunu bir anda aşamayız elbette ama kadın mücadelesine destek için birçok vakıf/dernek/kurum kuruldu bunlar olumlu gelişmeler.
Uluslararası Kadın Yönetmenler Festivali’ne katılıyorsunuz bugünlerde. Oraya dair bir şey söylemek ister misiniz?
İzmir'de Gülten Taranç yapıyor, orada her sene benim adımla bir ödül veriyorlar Biket İlhan Emek Ödülü adında. Bu çok hoşuma gitti, bizde genelde öldükten sonra adlarına ödüller verilir ya sanatçılara. Sağlığımda olması hoşuma gitti. Ödülü vermek için bu sene de katılacağım.
Comments