Bağımsız Amerikan sinemasının ve belki de dünya çapında sinemanın en güçlü isimlerinden biri olan, sinema salonunda sizi hiçbir yönetmenin yapamadığı gibi afallatan, temelde tarzını bir tık Fellini’ye benzettiğim “fantazi gerçekliğe karşı” konseptini benimseyen bir yönetmen David Lynch. Filmografisinde rüya kavramının oldukça yoğun işlendiği ve her izleyici için alan bırakılan işler bulunur; bireyselleşmesi ve düşünceyle harmanlanması gereken filmler; tıpkı rüyalarımızın da düşüncelerimizle, bilinçaltımızla birlikte tamamen bize özel olması gibi.
Lynch’in ‘rüyalarında’ gözümüze en çok çarpan renklerden ve imgelerden bahsedelim biraz. Blue Velvet’da mavi ve kırmızı gibi kontrast renkler kullanır, kırmızı perdeleri yine hem Twin Peaks’de hem Blue Velvet’da hem de Mulholland Drive’da görürüz. Eğer Lynch filmografisine aşinaysanız buna zaten şaşırmazsınız, zira bu Lynch’in hem imzası hem de aslında bir rüyanın içinde olduğunuzun işaretidir. Öte yandan David Lynch sadece yönetmen değil aynı zamanda bir müzisyen olduğu için ses efektlerinin kullanımına çok hakim, filmlerinin bazı kısımlarında ürpertici ve ani sesler duyarız; adeta seyirciyi uyandırmak ister. Aniden telefon çalar, bir şey düşer ve bu dikkat çekici seslerle kendi kafasında kurduğu sekansları birleştirmeye çalışan seyirciyi uyarır. Çünkü Lynch sineması anlamlar üzerine değil septisizm üzerine kurulmuştur. Seyirci ne kadar şüphe duyar, ne kadar kendinden geçerse yönetmen bundan o kadar zevk alır. Lynch, bizi düşsel bir bataklığın içine doğru çeker, bıraktığı ipuçlarıyla da aslında seyircinin bu noktaya isteyerek geldiğini, bunun bir rüya olduğunu ama uyanmak için çok geç olduğunu sezdirir. Sürekli filmdeki karakterlere uyanmaları gerektiğini hatırlatır. Mulholland Drive’da film içerisinde birkaç defa gördüğümüz kovboy karakterinin “Uyanma vakti.” repliği bunun belki de en açık örneklerinden biri. Seyirci adeta karakterlerin personasına bürünür, bir türlü uyanamaz ve sinema salonunun gittikçe genişlediğini, bambaşka bir dünyaya açıldığını hissetmeye başlar.
Bence doğaçlama ve doğaçlamayla beraber gelen karakter karmaşası David Lynch’in uzmanlık alanı. Karmaşa artıyor, gittikçe hipnotize oluyoruz. Lynch bize çok fazla yakın çekim sunsa, karakterlerin yüz ifadelerini ne kadar yakından gösterse de, hissettirmeye çalıştığı duygu aslında tam olarak şu: Bu ifadeler gerçek mi yoksa hipnotize edilmiş bir şekilde karakterin rüyasında mıyım? Bir de bunun üstüne gerçekliğinden kuşku duyacağımız bir sürü materyal koyar. Histerik gülüşler, bazı sahnelerde birinci sınıf oyunculardan hiç beklenmeyen üçüncü sınıf oyunculuklar görürüz. Bu karakter karmaşasını ve şüphenin en yoğun halini her sahnesinde oldukça yoğun hissettiğimiz Inland Empire başlı başına bütün Lynch filmografisinin özelliklerini kendi bünyesinde toplamış bir başyapıttır. İzleyici kitlesinin bir kısmı filmin David Lynch’e göre fazla ‘avangart’ kaçtığını düşünse de yönetmenin doğaçlama sanatını, bilinçaltı, alter ego ve süper ego gibi kavramları dolu dolu kullandığı, imgesel çıkışları artık neredeyse her sekansta görebildiğimiz bir eser. Her dakikası Lynch dolu 3 saatlik bir kâbus.
Lynch filmlerinde zaman doğrusal değildir. Yönetmen izlediğimiz neredeyse her sahnede bir zaman kırılması yaşatır ve böylece olayların kronolojik sıralamalarını yapmamız oldukça zorlaşır; hatta bazen mümkün olmaz. Rüyaların büyük çoğunluğu da böyle değil midir? Zaman çizgisinde birçok sıçrama yaşarız. Lynch bu sıçramaları film içerisinde ustalıkla kullanır. Seyircinin zaman kavrayışıyla oynar ve hem sinema salonunda geçirdiğiniz vaktin nasıl geçtiğini hem de salondan çıktığınızda hangi evrende, hangi yılda olduğunuzu sorgulatacak kadar yoğun bir kafa karışıklığı ile yalnız bırakır sizi.
Bir Lynch filmi, ya da tabiri caizse bir Lynch ‘rüyası’ bitiyor ve sinema salonunun ışıkları açılıyor. Uyanıyorsunuz, etrafınıza bakıyorsunuz. Afallamışsınız, beyazperdede tanık olduğunuz şeyler sizinle salonun kapısından dışarı çıkıyor. Sessizleşiyor ve etrafınızdaki şeyleri sorguluyorsunuz. Bilinçaltınız karmaşık, aklınızda tek bir soru var: Şu an bir rüyada mıyım, yoksa uyandım mı?
Comments