Ev veya ev gibi hissettiren yerler, insanın konforlu hissettiği, bazen içinden çıkmamak için direndiği, oraya alışmasıyla da çıkmama isteğinin pekişmesine neden olan yerlerdir. Tercihlerin ötesinde ötesinde hayatta kalmak için bu yerlerden zorunlu olarak çıkmanın verdiği hissiyattan çoğumuz pek de haberdar değiliz. Flee, bir insanın onuru ve haysiyetinin teninden, ırkından ötürü çiğnendiği bir kaçış hikayesini gözler önüne seriyor.
Fransız Dan Yönetmen Jonas Poher Rasmussen’in yönettiği belgesel drama türünde önümüze çıkmış bu animasyon, karakterimiz Amin’in’ Afganistan’dan Danimarka’ya giderken yaşadıklarını, eşcinselliğini fark edişini ve genel hatlarıyla ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kalan bir kişinin hikayesini anlatıyor.
Kabil’de başlayan hikayesi o daha doğmadan yazılmaya başlamıştı. Afganistan’daki Sovyet destekli hükümet, babasını bir tehdit olarak gördüğü için tutukluyor. Hayatı boyunca babasından haber alamayarak yaşayan Amin’in ırkçılığa belki de ilk maruz kalışı evinden çıkmak zorunda kalmasıyla başlıyor. Afganistan’da Sovyetler Birliği ve Taliban arasındaki savaşta Taliban’ın Kabil’e her an girebilecek olması ve Taliban’ın seküler bir hayat süren insanlara yapacaklarının korkusuyla Afganistan vatandaşlarını turist vizesi ile kabul eden tek ülke olan Rusya’ya gidiyorlar.
Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine girdiği, artık Batı Bloğu ile ticaret anlaşmalarının gerçekleştirdiği bu dönemde, Rusya’da devlet görevlilerin rüşvetle iç içe geçen bir hayat sürmesi, evden dışarı çıktıkları her an ırkçılıkla yüzleşmeleri koca bir aileyi eve kapatıp, ailenin İsveç’te temizlik işi yapan abilerinden gelecek para ile İsveç’e kaçak yollarla gitmeyi beklemek zorunda bırakır. Ancak İsveç’ten gelen para çok kısıtlıdır ve yasadışı yollarla İsveç’e geçmek çok pahalıdır. Bu durum ve Rus devlet görevlilerinin evlerine baskına gelip paralarını zorla alıp gitmeleri ailenin parça parça İsveç’e gitmesi yönünde bir plan yapmalarına sebep olurken aile ilk önce Amin’in ablalarının İsveç'e gitmesine karar verir.
Zaman geçtikçe Amin’in ırkçılıkla en çok başa başa kaldığı zaman; abisi, kendisi ve annesinin İsveç’e kaçmaya çalışırken yaşadıklarıdır. Bir teknenin içinde kaderleri benzer şekilde yazılmış onlarca mülteci ile İsveç’e doğru giderken dalgalı denizde teknenin su almasıyla, suyu tahliye etmeye çalışırken koca bir gemi onlara yaklaşır. Amin’in sözleriyle bu durum şöyle tasvir edilir “ Neden bilmiyorum ama o gemiye baktığımda mutlu hissedemiyordum. Utandım” ,” İnsanlar denize atlayıp yüzerlerse geminin onları alacağını düşündüler. Herkes çok çaresizdi” . O sırada gemidekiler yardım etmek yerine teknedeki mültecilere bakıp onları izlizlerler Bir de üstüne gemidekiler o insanların fotoğraflarını çekerler. O sırada gemiden gelen anons Estonya sınır polisinin arandığını ve onları geri Rusya’ya götüreceklerini söyler.
Estonya sınır güvenliği kamuflajlı kıyafetleri ve boyalı yüzleriyle onları alıp dikenli tellerle çevrili bir binaya bırakır. Altı ay boyunca orada gardiyanlarla beraber tutulan Amin ve teknedeki mültecilere sonunda bir seçim fırsatı sunulur: Moskova’ya geri dönmek ya da ömür boyu o binada kalmak… İnsanlar pasaportları ile rahat rahat ülkelerinden başka ülkelere gidebilirken, onlara, savaştan kaçmalarına rağmen ya bir binada ömür boyu kalmaları ya da tutuklanacakları kesin olan Rusya’ya geri dönmeleri tercihi sunulur. Moskova’ya dönen Amin ve ailesini Rus polisi Afganistan’a geri göndermeye çalışır sonra polisler fikir değiştirir ve Amin’in ailesinin ceplerindeki son parayı rüşvet olarak vermeleri belki de onları ölümden kurtarır.
Moskova’da yeniden eve tıkılı kalmak zorunda kaldıkları zamanda belki de Sovyetler Birliği’nin dağılışında simgesel bir önemi olan Sovyetler Birliği’ndeki ilk Mcdonalds şubesinin açılışı vardır. Ne olduğu merak edip gittiklerinde ise polis onları ten renklerinin farklı olmasından ötürü darp eder ve gözaltına alır. Gözaltı arabasında bir kadına tecavüz etmeyi planlayan polislerin onları serbest bırakmasıyla kurtulurlar. Hayatta kalmak için hep yanlarında şansa ihtiyaç duyarlarken bazen başkalarının talihsizliğiyle kurtulurlar.
Problem yaşamadan ülkeden kaçabilecekleri bir insan kaçakçısı bulurlar. Ancak İsveç’ten gelen para sadece bir kişinin kaçması için yeterlidir ve anneleri tek başına kaçabilecek durumda değildir. Abisi bu yüzden Amin’in kaçmasını seçer. Amin’e sahte bir pasaport ve İstanbul aktarmalı Kopenhag bileti verilir. İnsan kaçakçısı İsveç’e gidemeyeceğini, Danimarka’ya gidebileceğini ve Danimarka’da kalabilmek için tek şansının ailesinin öldüğünü ve Afganistan’dan tek başına kaçtığını söylemesi olduğunu belirtir. Bunu uygular ve diğer insanlar rahatça ülkelerini değiştirebilirken Amin, bir yalan üzerine bir hayat kurmak zorunda kalır. Bu filmin animasyon olarak yapılmasının belki de en büyük sebeplerinden biri hala bu yalanla beraber yaşayan Amin’in anonim kalmak zorunda olmasıdır..
Dünyanın bir tarafından gelen insanların rahatça bir ülkeden bir başka ülkeye geçebildikleri, çalışabildikleri bir zamanda dünyanın diğer bir tarafında doğan, savaştan ve ölümden kaçan insanları sadece tüm ailesinin ölmüş olmasından ötürü tutan veya terkedilmiş salaş bir binada altı ay boyunca insani koşulların altında yaşamak zorunda bırakıldığını gözler önüne seren bu film bizlere göçmenlerin nelere maruz kaldığını çarpıcı bir şekilde göstermektedir.
Comments